tag:blogger.com,1999:blog-78900333281280376972024-02-08T06:11:56.935-08:00DİNİMİZİ NE KADAR BİLİYORUZislami sohbet ve islami bilgiler, islamiyet, islamı ne kadar biliyoruz, dualar, müslümanlar, Kur'an-i Kerim, Tefsir, Hadis, Sünnet, Fikih, Ilmihal, Isimler, Namaz, Meal, Kutub-i Sitte, Islami icerik, Islami Forum, Hikaye, Siir, Download, DosyalarKuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.comBlogger207125tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-937824544913051122008-01-05T01:51:00.000-08:002008-01-05T01:52:13.461-08:00Namaz Nasıl Kılınır?Namaz Nasıl Kılınır?<br /><br />Bilindiği gibi namazlar farz, vacib, sünnet ve müstahab kısımlarına ayrılmakta ve ikişer, üçer, dörder rekatlı bulunmaktadır. Bu namazlar daha önce yazdığımız üzere farzlarına, vaciblerine, sünnetlerine ve adabına riayet edilerek şöyle kılınır:<br /><br />1) Sabah Namazı<br />Sabah namazının iki rekat sünnetini kılmak için: "Niyet ettim bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya", diye niyet edilir. Hemen eller yukarıya kaldırılıp "Allahu Ekber" diye tekbir alınır. Ondan sonra eller bağlanır ve "Sübhaneke allahümme ve bihamdike ve tebarekesmüke ve tealâ ceddüke ve la ilahe gayrük" okunur. Arkasından "Eûzübillahimineşşeytani'r-racim Bismillahirrahmanirrahim" diyerek eûzü besmele çekilip Fatiha suresi okunur sonra "Amîn" denir ve bir mikdar daha Kur'an okunur (1). Arkasından "Allahu Ekber" deyip rükûa varılır. Bu halde en az üç defa "Sübhane Rabbiye'l-Azîm" denir. Sonra "Semiallahülimen hamideh" denilerek ayağa kalkılır. Ayakta "Allahümme rabbena ve lekelhamd" denilir (2). Ondan sonra "Allahu Ekber" diyerek secdeye varılır. Secde halinde de üç defa "Sübhane Rabbiyel'alâ" denir. Sonra "Allahu Ekber" denilerek kalkılır ve dizler üzerine oturulur ve bir tesbih miktarı durulur. Yine "Allahu Ekber" denilerek ikinci secdeye varılır. Bunda da üç defa "Sübhane Rabbiyel'alâ" denilir. Bununla bir rekat bitmiş olur.<br /><br />Bu ikinci secde arkasından "Allahu Ekber" denilerek ikinci rekata kalkılır. Tam ayakta iken yalnız besmele çekilir. Fatiha suresi ve bir mikdar daha Kur'an okunur. Birinci rekatta olduğu gibi, rükû ve secde yapılır. İkinci secdeden sonra oturulur ki, buna "Ka'de = oturuş" denir. Burada "Ettehiyyatü lillâhî ve Allahümme Salli ve Barik, Rabbena atina" diyerek dualar sonuna kadar okunur. Sonra "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek sağ tarafa ve yine "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek sol tarafa selam verilir. Böylece iki rekatlı namaz bitmiş olur (3).<br /><br />Bütün bu tekbirler, tesbihler ve kıraatlar, yalnız namaz kılanın işitebileceği bir sesle gizlice yapılır.<br /><br />Namazda erkeklerle kadınların ellerini nasıl kaldıracakları, nasıl bağlayacakları, rükû ile secdede ve ka'delerde nasıl vaziyet alacakları "Namazın sünnetleri ve edebleri" bölümünde bildirilmiştir.<br /><br />Sabah Namazının iki rekât Farzına gelince: Önce yalnız erkeklere mahsus olmak üzere ikamet getirilir. Sonra "Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir. Eller kaldırılarak "Allahu Ekber" diye namaza başlanıp eller bağlanır. Sabah namazının sünnetinde bildirildiği gibi iki rekat kılınır ve tamamlanmış olur. Yalnız sabah namazlarının farzlarında Fatiha'dan sonra biraz fazla Kur'an okunması sünnettir. Bu sünnetin en az derecesi kırk ayettir. Bununla beraber üç kısa ayet de okunması caizdir. Vaktin çıkmasından korkulduğu zaman az ayet okunur. Öyle ki, yalnız Fatiha ile veya birkaç ayet ile yetinilir.<br /><br />Yalnız başına bu sabah namazının farzını kılan kimse, tekbirleri ve "Semiallahu limen hamideh" cümlesini, Fatiha'yı ve ekleyeceği ayetleri aşikare olarak okuyabilir.<br /><br />2) Öğle Namazı<br />Öğle namazının ilk dört rekat sünnetinin evvelki iki rekatı, tam sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Yalnız bunda niyet "Bugünkü öğle namazının ilk sünnetine" diye yapılır. Bir de bunda ikinci rekattan sonraki oturuş, son oturuş değil, birinci oturuş (ka'de) olduğundan bu oturuşta yalnız "Tahiyyat" okunur. Sonra "Allahu Ekber" deyip ayağa kalkılır. Yalnız Besmele, Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunarak yukarda bildirildiği şekilde, rükû ve secde yapılır. Ondan sonra dördüncü rekat için "Allahu Ekber" denilerek ayağa kalkılır. Bunda da yalnız besmele ile Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunarak yine bildirildiği gibi, rükû ve secdelere varılır. Sonra oturulur; bu oturuş son ka'dedir. Bunda da Tahiyyat okunduktan sonra, Salli ve Barik, Rabbena atina duaları tamamen okunup, yazdığımız şekilde, iki tarafa selam verilir. Böylece bu dört rekat sünnet kılınmış olur.<br /><br />Öğle Namazının Dört Rekat Farzına Gelince: Sünnetten sonra namaza aykırı bir iş yapmadan ayağa kalkılır. İkamet getirilir. O günkü öğle namazının farzını kılmaya niyet edilir. Eller yukarıya kaldırılarak "Allahu Ekber" diye tekbir alınır. İlk iki rekatı sabah namazının iki rekat farzı gibi kılınır. Ancak bu iki rekattan sonraki oturuş, birinci ka'de olduğundan bunda yalnız "Tahiyyat" okunur. Ondan sonra "Allahu Ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır. Yalnız Besmele ile Fatiha okunur. Anlatıldığı gibi rükû ve secdelere varılır. Sonra "Allahu Ekber" diyerek dördüncü rekata kalkılır. Besmele ile yalnız Fatiha suresi okunarak rükû ve secdelere gidilir. Sonra oturulur. Bu oturuş son ka'dedir. Bunda "Tahiyyat" okunduktan sonra "Salli ve Barik, Rabbenâ âtinâ" duaları okunur ve iki tarafa selam verilir. Böylece öğlenin farzı bitmiş olur.<br /><br />Öğlenin farzında okunacak ayetler, sabah namazında okunacak mikdardan daha az olur.<br /><br />Öğlenin Son İki Rekat Sünnetine Gelince: Bu da, "Bugünkü öğle namazının son sünnetini kılmaya" diye niyet edilip tamamen sabah namazının sünneti gibi kılınır. Bu son sünneti dört rekat kılmak müstahabdır. O zaman ya her iki rekatta bir selam verilir veya dört rekatın sonunda selam verilir. Dört rekat sorumda selam verilince, ilk oturuşta yalnız "Rabbena atina" duası okunmaz. Üçüncü rekat için tekbir alınarak ayağa kalkınca yine "Sübhaneke" okunur. Sonra bu son iki rekat evvelki iki rekat gibi kılınır.<br /><br />Yalnız başına namaz kılan kimse, öğle namazlarının hem sünnetlerinde, hem de farzında kıraati, tekbirleri, tesbih ve tahmidleri gizlice yapar.<br /><br />3) İkindi Namazı<br />İkindi namazının dört rekat sünnetinin her iki rekatı, müstakil (iki rekatlı) namaz gibidir. Onun için bu dört rekatın her iki rekatı (şef'î) tamamen sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır.<br /><br />Şöyle ki: Önce o günkü ikindi namazının sünnetini kılmaya niyet edilir. Bu namazın ilk iki rekatı bildirildiği gibi kılınınca oturulur. Bu oturuş, son oturuş demektir. Bunda "Tahiyyat ve salavatlar" okunur. Yalnız "Rabbena atina" duası okunmaz. Sonra "Allahu Ekber" diyerek üçüncü rekata kalkılır. Sübhaneke ve Eûzü Besmele'den sonra Fatiha ile bir mikdar ayet okunarak rükûa ve secdelere varılır. Ondan sonra tekbir ile dördüncü rekata kalkılarak yalnız Besmele ile Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunur. Sonra yine rükû ve secdelere varılır. Ondan sonra oturulur. Bu son oturuş olduğu için bunda "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" okunur ve iki tarafa selam verilir.<br /><br />İkindi Namazının Farzına Gelince: Bu da tamamen öğle namazının farzı gibi kılınır. Yalnız niyet değişir. O günkü ikindinin farz namazını kılmaya niyet edilir.<br /><br />Tek başına namaz kılan kimse, ikinci namazının sünnetini de, farzını da öğle namazı gibi gizli okuyarak kılar.<br /><br />4) Akşam Namazı<br />Akşam namazının üç rekat farzı, öğle ile ikindi namazlarının ilk üç rekat farzları gibi kılınır. Şöyle ki: O günün akşam namazının farzını kılmaya niyet edilip namaza tekbir ile başlanır. Yukarda açıklandığı üzere ilk iki rekatı kılınarak oturulur. Bu, birinci oturuştur. Bunda yalnız "Tahiyyat" okunur. Ondan sonra üçüncü rekata kalkılarak yalnız besmele ile Fatiha suresi okunur. Sonra "Allahu Ekber" denilerek rükû ve secdelere varılır. Ondan sonra oturulur ki, bu da son oturuştur. Bunda "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" okunur, iki tarafa selam verilir.<br /><br />Akşam namazının farzında vaktin darlığından dolayı kısa sureler okunur.<br />Akşam Namazının Sünnetine Gelince: Bu da "Bu akşam namazının sünnetini kılmaya" diye niyet edilip tam sabah namazının sünneti gibi kılınır. Bu sünneti altı rekat olarak kılmak ise müstahabdır. Bu halde her iki rekatta bir selam vermeli ve aynı şekilde her iki rekatı kılmalıdır. Bununla beraber dört rekatında bir selam verilip ikindi namazının sünneti gibi de kılınabilir. Bu ziyade olan dört rekat namaza "Salât-ı Evvabîn" denir. Bunun çok sevabı vardır.<br /><br />Tek başına akşam namazının farzını kılan kimse, onu sabah namazının farzı gibi aşikare de kılabilir.<br /><br />5) Yatsı Namazı<br />Yatsı namazının ilk dört rekat sünneti, tamamen ikindi namazının dört rekat sünneti gibi kılınır. Dört rekat farzı da, tamamen öğle ve ikindi namazlarının farzları gibi kılınır. İki rekat son sünnetine gelince, bu da tamamen sabah ve akşam namazlarının iki rekat sünnetleri gibi kılınır. Yalnız niyetler değişir, yatsı namazının farzına ve sünnetine niyet edilir. Yatsı namazının son sünneti de, dört rekat olarak kılınabilir. Bu halde tamamen ilk dört rekat gibi kılınır. Bununla beraber iki rekatta bir selam vermek sureti ile de kılınabilir. Bu takdirde her iki rekatın ka'desinde "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbena atina" duası okunur. Geceleyin kılınan nafile namazlarda daha faziletli olan, böyle iki rekatta bir selam vermektir.<br /><br />Tek başına namaz kılan kimse, yatsı namazının farzını sabah namazının farzı gibi namaz surelerini sesli okuyarak da kılabilir.<br /><br />6) Vitir Namazı<br />Üç rekattan ibaret olan vitir namazı da şöyle kılınır: Önce o günün vitir namazını kılmaya niyet edilir. "Allahu Ekber" denilerek namaza başlanır. Sübhaneke okunduktan sonra "Eûzü Besmele" çekilerek Fatiha okunur. Arkasından bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okunur. Açıklandığı şekilde rükû ve secdelere gidilir. Sonra ikinci rekata kalkılır ve yalnız besmele ile Fatiha suresi ve bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okunarak yine rükû ve secdelere varılır. Ondan sonra oturulur. Bu oturuş birinci ka'dedir. Bunda yalnız "Tahiyyat" okunur. Ondan sonra "Allahu Ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır. Bunda da yalnız Besmele ile Fatiha ve bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okunarak daha ayakta iken eller kaldırılıp "Allahu Ekber" diye tekbir alınır. Tekrar eller bağlanıp ayakta "Kunut" duası okunur. Sonra "Allahu Ekber" diye rükû ve secdelere gidilir. Ondan sonra oturulur. Bu da son oturuşdur. Bunda da bildiğimiz gibi "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" duası okunarak iki tarafa selam verilir.<br /><br />İmam Şafiî'ye göre, vitirde Kunut duasını okumak, ramazanın son yarısına mahsustur ve rükûdan kalkınca, okunur. Şafiî'lere göre vitir namazının en azı bir rekat, en çoğu da on bir rekâttır.<br /><br />Hangi namazın kaç rekat olduğunu ve hangilerinin birbirine benzediğini daha kolay anlamak için aşağıdaki "Benzerlik Tablosu"ndan yararlanın.KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-58952749847817794912008-01-05T01:50:00.001-08:002008-01-05T01:50:28.883-08:00Kur'ân'da Duâ<p align="center"><span style="color:#ffffff;"><b>Kur'ân'da Duâ</b></span></p> <br /> <p align="center">Hak Teâlâ Hazretleri buyuruyor:</p> <p align="center"> <img src="http://www.islamiyet.gen.tr/dualar/arapcalar/13_2.gif" height="126" width="450" /></p> <p>"Ey Resûl-i Ekremim! Benim kullarım "Rabbi-miz uzakta mıdır, yakında mıdır?" diyerek sana beni sordukları zaman sen onlara cevap ver ki: Ben onlara pek yakınımdır. Bana duâ eden kulumun duasını kabul ederim. Duâ ettiğinde benden duâlarının kabulünü istesinler. Ve bana îman etsinler. Umulur ki onlar îmanları ve duâları sebebiyle doğru yola vâsıl olurlar ve irşâd olunurlar. "(Bakara Sûresi, 186)</p> Fahr-i Râzî, Kâzı Beyzâyi ve Hâzin'in beyânlarına göre ashâb-ı kiramdan bazı kimselerin: "Ya Re-sûlallah! Rabbimiz bize yakîn ise hafif sesle yahud gizlice duâ edelim. Eğer uzak ise yüksek sesle duâ edelim" demeleri üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu mervîdir.<br /><br />Başka bir rivâyette ise yahûdilerin: "Yâ Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-! Sen yer ile gök arasını pek uzak haber veriyorsun. Rabbimiz duâmızı nasıl işidir?" demeleri üzerine nâzil olduğu mervîdir. Bu sebeb-i nûzullere göre âyetin ma'nası şöyle olur:<br /><br />"Ey Resûlüm! Benim kullarım sana benim evsâfımdan suâl edip Rabbimizin lutfu bize yakın mı? Duâmızı gizlice kendi içimizde mi yapalım? Yoksa uzakta mı? Duamızı yüksek sadâ ile yapalım? dediklerinde: "Sen onlara Benim tarafımdan cevâb ver. Ben onların gizli duâlarını işitirim. Zira Benim ilmim onlara pek yakındır. Binâenaleyh onların işlerini bilip sözlerini işiterek hallerine muttali' olduğumdan duâ eden kimsenin duâsı ihlâs üzere olursa icâbet ederim. Şu hâlde onlar benden icâbet talep etsinler. Ben de onlara icâbet ederim. Senin vâsıtan ile onları îmana davet etdiğimde derhal îman etsinler. Zîra ben onların duâlarına icabet edince onların da benim da'-vetime icabet ve emrime itaat etmeleri vâcibdir ve onlar davetime icabetle doğru yolu muhakkak bulurlar."KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-588637225584121962008-01-05T01:48:00.003-08:002008-01-05T01:48:40.638-08:00HZ. ZEYNEP BİNTİ CAHŞ (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ZEYNEP BİNTİ CAHŞ (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Cahş radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin diğer bir hanımı... islâmiyeti ilk kabul eden hanım sahâbîlerden... Efendimizin hala kızı... ibadete düşkün oluşu ve cömertliğiyle meşhur... Fakirlerin, gariblerin annesi diye anılan takvâ erlerinden... Kendi el emeği ile geçinen, dikiş, nakış ve el işi yaparak kazandığı paraları fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide... Nikâhını Allah Teâlâ’nın kıydığı bir bahtiyar... Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin ahirete göç eylemesinden sonra kendisine ilk kavuşan annemiz...</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, bi’setten yirmi sene önce Mekke’de doğdu. İlk iman edenlerden oldu. Asıl adı Berre idi. Resûl-i Ekrem (s.a) onu Zeynep olarak değiştirdi. Babası Beni Esad kabilesinden Burre olup annesi de Rasûlullah’in halası Ümeyye binti Abdülmuttalib’dir. Abdullah İbni Cahş (r.a)’ın kızkardeşidir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, ilk hicret edenler arasında yer alarak Mekke’den Medine’ye hicret etti. İlk muhacirlerden oldu. Bekârdı. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onu evlâtlığı Zeyd İbni Hârise (r.a) ile evlendirmeyi düşündü. Cahiliye devrinin yanlış âdetlerinden birisini daha yıkmak istedi. Kölelerin aşağılanmasını ortadan kaldırmak ve islâmiyetin insanları eşit saydığını göstermek üzere Zeyneb’e dünürcü olarak gitti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep ve kardeşleri bu işi uygun görmediler. Hür bir kadının, azâtlı biriyle evlenmesi o günki örfe göre imkân dahilinde değildi. Bunu içlerine sindiremediler. Hatta Zeynep tavrını şu ifadeleriyle ortaya koydu: "Ya Rasûlallah! Ben senin halanın kızıyım. Ona varmaya râzı değilim. Ben Kureyşliyim." dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Ahzab sûresinden 36. âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Meâlen:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Cahş (r.anhâ) tekrar Rasûlullah (s.a)’a sordu: "Yâ Rasûlallah sen, Zeyd ile evlenmemi istiyor musun?" dedi. Efendimiz de: "Evet!" buyurdu. Bunun üzerine o: "Rasûlullah’a âsî olamam" dedi ve kabul etti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Fakat Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep arasında samimi bir sevgi ve sıcak bir anlayış hâkim olamadı. Evlilik onlara rahat getirmedi. Geçimsizlikleri arttı. Bu beraberliğin uzun ömürlü olamıyacağını sezen Zeyd İbni Hârise (r.a) durumu Fahr-i Kâinat (s.a)’e açma zarûretini duydu ve Efendimize gelerek: "Ya Rasûlallah! Ben ailemden ayrılmak istiyorum." dedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu söze üzüldü. Kendisinin sebeb olduğu bir ailenin dağılmasına gönlü râzı olmadı. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ona: "Eşini tut, boşama. Allah’tan kork!.." buyurdu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İki Cihan Güneşi Efendimiz bu âilenin devam etmesi için gayret ediyordu. Fakat gönüller bir defa soğumuştu. Ülfet edebilmek, tahammül gösterebilmek bir hayli zorlaşmıştı. Buna rağmen âile olarak beraberlikleri bir sene devam etti. Geçimsizlikleri son haddine vardı. Bu birlikteliğe tahammülü kalmayan Zeyd (r.a) nikah akdini bozmak zorunda kaldı. Zeynep (r.anhâ)’yı boşadı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resûl-i Ekrem (s.a) bu hadiseye çok üzüldü. Ancak cahiliye âdetleri toplumu kara bulutlar gibi sarmıştı. Bir kimse evlâtlığının hanımı ile evlenemezdi. Allah Teâlâ bu yanlış anlayışların, bâtıl âdetlerin kalkmasını murad etti. Çok geçmeden vahyini indirdi. Ahzab sûresinin; 4 ve 5. âyetleriyle bu konuyu açıklığa kavuşturdu. Şöyle ki: Meâlen:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"... Evlâtlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu, sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah, hakkı söyler ve O, doğru, yolu gösterir. Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur. Fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu âyetler nâzil olunca azâd edilmiş köleler ve evlâtlıklar, öz babalarının adıyla anılmaya başlandı. Öz babası bilinmeyenler de eski efendilerinin dostu ve din kardeşi oldular.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Aradan bir zaman geçti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Daha sonra da ayet, bu konudaki endişeleri izale eden hükmü bildirdi. Allah Teâlâ Ahzab suresi: 37-40. âyetlerini inzal buyurdu. Meâlen:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"(Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz bu âyetleri duyduğu zaman: "İşlerin en büyüğü en faziletlisi ona nasib olmuş ve Allah onu gökte Resûlüne nikâhlamıştır. Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecek, öğünecektir." dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Cahş ile iki Cihan Güneşi Efendimiz, hicretin beşinci senesinde evlendi. O sırada Zeynep (r.anhâ) annemiz 35 yaşlarında idi. Mükellef bir düğün ziyafeti verildi. Enes İbni Mâlik (r.a)’in annesi Ümmü Süleym (r.anhâ) o gün Medine hurmasını yağ ile karıştırarak özel bir yemek yaptı. "Hays" adı verilen bu yemeği Enes ile birlikte Efendimize gönderdi. Yemek iki kişiye zor yeterdi. Ama Allah dilerse bir orduya yetirirdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Enes o zamana kadar hiç görmediği bir manzara ile karşılaştı. İki Cihan Güneşi Efendimiz ona: "Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi çağır" dedi. O hayretler içerisinde gitti çağırdı. Efendimiz tekrar Enes’e: "Mescidde kim varsa, yolda kimi görürsen davet et!" buyurdu. Enes büsbütün şaşırdı. Bu kadar yemek kime yetecek diye kendi kendine alıp verdi? Ama emre uyarak dışarı çıktı. Kimi gördü ise düğün yemeğine çağırdı. Ulaşılabilen ashabın hepsi grup grup gelmeye başladı. Habib-i Kibriya (s.a) efendimiz yemek kabını ortaya koydu. Bereketlenmesi için duâ etti ve: "Onar onar sofraya otursunlar ve herkes önünden yesin." buyurdular. Çağırılan herkes o yemekten doyasıya yedi. Enes (r.a) diyor ki: "Yedikçe kaptaki yemek çoğalıyordu. Adetâ alttan kaynıyordu. Davetlilerin hepsi yedi ve doydu. Getirdiğim yemek aynen ortada idi." Resûl-i Ekrem (s.a) bana: "Yâ Enes! tabağı kaldır." buyurdu. Tabağı zevcesinin yanına koydum ve annemin yanına döndüm. Gördüklerimi hayretler içerisinde anneme anlattım. Annem bana "Hayret etme. Cenâb-ı Hak o yemekten bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyardı." diyerek bunun bir mûcize olduğunu söyledi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ne iman!... Ne muhabbet!... Ne ülfet!... Ne teslimiyet!... Ey yüceler yücesi Allahım böyle bir iman, muhabbet, ülfet ve kaynaşmayı bizlere de nasib et!... Amin.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep (r.anhâ) annemizin düğün ziyafeti tesettür ayetlerinin nüzûlüne de vesile oldu. Davetliler yemekten sonra kalkıp gitmişti. Üç kişi vardi ki, onlar oturmuş çene çalıyorlardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz onların kalkıp gitmesi için odaya girip çıkıyordu. Fakat onlar bu hareketten anlamıyorlardı. Efendimiz (s.a) annelerimizin odalarını ayrı ayrı dolaştı geldi yine onlar konuşuyordu. Can sıkıcı bu hadise üzerine Allah Teâlâ Ahzab Sûresi: 53. ayet-i celileyi nâzil buyurdu. Meâlen:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Ey iman edenler! Peygamberin evlerine yemeğe dâvet olunmadan vaktine de bakmadan girmeyin. Ancak davet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama, Allah hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız aslâ câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O günden itibaren Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin âileleri, mü’minlerin anneleri, perde arkasına çekildiler. Kıyamete kadar gelecek islâm hanımefendilerine örnek teşkil ettiler. İnsanlık haysiyet ve şerefini böyle muhafaza ettiler. İffet timsâli nezih bir hayat sürdüler. Gözler ve gönüller islam’ın bu güzellikleriyle huzur ve sükûn buldu. İnsanlık bu ölçülerle mutlu oldu. İnsan kıymeti ancak bu şekilde bilindi. İnsan insanlığının şerefine erdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Cahş (r.anhâ) annemiz ibâdete düşkün, takva sahibiydi. Çokça nâfile namaz kılar, nâfile oruç tutardı. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz bir gün mescitte iki direk arasında bağlı bir ip gördü. "Bu ip nedir?" diye sordu. Ashâb-ı Kiram da: "Zeynep annemizin" dediler. Namazda ayakta durmaktan yorulunca bu ipe tutunur diye ilâve ettiler. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bu hareketten pek hoşlanmadı. Bunun üzerine: "ibadette böyle güçlüğe girilmez. Bu ipi çözünüz. Sizler zinde oldukça ayakta kılın." buyurdular.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, vefâkâr bir hanımefendiydi. Hakkı teslim ederdi. Dürüştlükten ayrılmazdı. Birgün, münâfıklar Hz. Aişe annemize iftira atmışlardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu konuda Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (r.anhüm)’ün fikirlerini sordu. Bu arada Zeynep (r.anhâ) annemizin de görüşünü almak istedi. Bunun üzerine Zeynep annemiz bütün insanlığa örnek olacak şu cevabı verdi:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Ya Rasûlallah! Ben işitmediğimi işittim demekten, görmediğimi gördüm demekten kendimi korurum. Onun hakkında vallahi hayırdan başka bir şey bilmiyorum." dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu cevap hem Habib-i Ekrem (s.a) Efendimizi hem de Hz. Âişe (r.anhâ) annemizi çok sevindirdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Cahş (r.anhâ) annemizin en bâriz vasıflarından biri de cömertliği idi. O, dünya malına önem vermezdi. Kendi el emeği ile geçinirdi. Dikiş ve el işi yapardı. Deri tabaklar onları diker ve deri eşyalar üretip satardı. Elde ettiği kazancı Allah yolunda fakir ve yoksullara dağıtırdı. Ömrü boyunca sehavet üzere yaşadı. İnfak etmek onun için büyük bir zevkti. Hz. Âişe (r.anha) onun cömertliği hakkında şöyle der:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Ben, dini yaşama konusunda Zeynep’ten daha hayırlı, ondan daha çok Allah’tan korkan, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkını ondan daha çok gözeten, Allah’ın rızâsını kazanabilmek için fakirlere ondan daha çok sadaka veren bir kadın görmedim."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Yine onun cömertliğini ortaya koyan bir örnek de şudur:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Hz. Ömer (r.a) sahâbîlere hazineden maaş bağlamıştı. Zeynep annemize de bağladığı maaşı gönderdi. Zeynep annemiz bu kadar çok parayı görünce şaşırdı ve: "Allah Ömer’i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?" diye sordu. Parayı getirenler: "Hayır! Bunların hepsi senindir." dediler. Bunun üzerine o: "Sübhanallah!" diyerek örtüsü ile yüzünü kapadı ve hizmetçisine: "Elini sok, o paradan bir avuç al, falan oğullarına götür. Bir avuç al, filan’a ver." diyerek akrabasına ve kimsesizlere dağıttı. Örtünün altında avuçlayacak bir şey kalmadı. Hizmetçisi: "Ey mü’minlerin annesi! Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payımız var." dedi. Bu söz üzerine Zeynep annemiz örtünün altında kalanlar da senin olsun dedi ve gelen paranın hepsini dağıttı. Hz. Ömer (r.a) annemizin bu davranışından haberdar olunca bin dirhem getirdi. Onun kapışında durdu, selâm verdi ve: "Gönderdiğim parayı dağıttığını duydum. Bari bunları elinde tut." dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep (r.anhâ) o parayı da ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Üstelik ellerini açtı ve bütün samimiyetiyle şöyle duâ etti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Allahım! bundan sonra beni Ömer’in ihsanını almaya eriştirme. Çünkü bu dünya malı bir fitnedir." dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Kanaat ve cömertlik büyük bir hazine idi. Fakiri, yoksulu sevindirmek iki Cihan Seâdetini elde etmekti. Vermek, infak etmek dağıtmak onun en büyük zevkiydi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu yüce hasletlerinden dolayı o, Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize vefatından sonra ilk kavuşan annemiz oldu. "Bana en önce kavuşacak olanınız kolu uzun olanınızdır." hikmetli sözünün muhatabı olarak anıldı. Kolu uzun olmak cömertlikten kinaye olarak söylenmişti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Cahş (r.anhâ) vâlidemizin yapmış olduğu samimi duası Allah katında kabul buyuruldu ve hicrî 20 yılında 53 yaşında iken Medine’de vefat etti. Bir daha maaş alamadı. Cenâze namazını Hz. Ömer (r.a) kıldırdı. Cennetü’l-Bakî kabristanlığına defnedildi. Cenâb-ı Hak şefaatlerine nail eylesin. Amin.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/141.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-934631935800711942008-01-05T01:48:00.001-08:002008-01-05T01:48:21.514-08:00HZ. ZEYNEP BİNTİ HUZEYME (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ZEYNEP BİNTİ HUZEYME (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Huzeyme radıyallahu anhüma Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ailesine katılan bahtiyarlardan... Cömertliğiyle tanınmış, yoksullara, fakirlere yardım etmesiyle meşhur olmuş merhametli, şefkatli, iyiliksever bir ahlâka sahip gönül zengini mücâhidelerden...</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeynep binti Huzeyme radıyallahu anhâ annemize "Ümmü’l-Mesâkin= yoksulların annesi" denirdi. Bu onun lâkabı olmuştu. Cahiliye devrinde bile böyle tanınırdı. O, Arabistanın en güçlü kabilelerinden olan Âmir İbni Sa’sa’ kabilesine mensuptu. Kabilesi arasında önemli bir nüfûza sahipti. Onun ilk evliliği Tufeyl İbni Hâris ile oldu. Ondan boşanınca Ubeyde İbni Hâris ile evlendi. O da Bedir’de şehit edilince Zeynep (r.anhâ) dul kaldı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz hicrî üçüncü yılda islâm’ı anlatmak için Âmir İbni Sa’sa’ kabilesine bir gurup tebliğ eri göndermişti. Bunlar hâince pusuya düşürülüp kılıçtan geçirilince bu kabile ile müslümanların arası bozuldu. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu büyük ve güçlü kabile ile düşmanlığın devam etmesini istemedi. Aradaki ilişkilerin düzelmesine vesile olacak bir fırsat bekledi. Zeynep binti Huzeyme (r.anhâ) dul kalınca evlenme teklifinde bulundu. Zeynep; amcası Kabîsa İbni Amr el-Hilâli’yi vekil tayin etti. O da dörtyüz dirhem gümüş mihri ile Resûlullah (s.a) Efendimize nikâhladı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden Zeynep binti Huzeyme (r.anhâ) kendine tahsis edilen odasına taşındı. Hz. Hafsa ile odaları yanyana idi. Büyük bir mutluluk içerisinde hayatını devam ettiriyordu. Çok ibadet yapar, çokça sadaka verirdi. Bu mes’ud hayat dünyada üç-dört ay veya sekiz ay kadar ancak sürdü. 626 m. senede otuz yaşlarında iken âhirete göç etti. Cenâze namazını bizzat Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz kıldırdı. Bakî kabristanına defnedildi. Rabbimiz şefaatlerine nâil eylesin. Amin.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/140.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-45931473045865546142008-01-05T01:47:00.005-08:002008-01-05T01:47:57.665-08:00HZ. ÜMMÜ HABİBE (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ÜMMÜ HABİBE (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ebu Süfyan'ın kızı olan Ümmü Habibe'nin ismi Remle'dir. Tarihçilere göre nesebi, Remle binti Ebu Süfyan Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdi's Sems b. Abdi Menaf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik el-Ümeviyye el-Kuresiyye'dir (İbn Sa'd, et-Tabakatu'l-Kilbrâ, Beyrut 1960, VIII, 96; İbn Abdi'l-Berr, el-İstlâb Fi Esmai'l Ashab, Mısır,1939, IV, 269). Annesi ise Safiyye binti Ebu'l-As'dır ( İbn Abdil-Berr, el-istiâb, IV, 296; İbn Hacerel-Askalâni, el-isâbe fi Temyizi's-Sahabe, Mısır 1939, IV, 298) Arap örf ve âdetlerine göre, ilk evliliğinden doğan kızı Habibe'den dolayı "Ümmü Habibe" künyesini almıştı. İlk evliliğini Hz. Peygamberin halası Ümeyme binti Abdu'l-Muttalib'in oğlu Ubeydullah b. Cahş b. Riâb b. Ya'mur el-Esedî ile yapmıştı (İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye, Kahire (Tarihsiz), III, 197; İbn Abdi'l-Berr, ensâbe, IV, 297).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe, islâm gelmeden önce Hanif dinine bağlı idi. İslâm dini gelince, kocası Ubeydullah ile birlikte, onu ilk kabul eden Müslümanlardan olmuştu. Bu yüzden kocası ile müşriklerin ezâ ve baskılarına en çok maruz kalanların başında geliyorlardı. Ubeydullah, bu sıkıntıdan kurtulmak için hanımı Ümmü Habibe ile birlikte ikinci kafile içinde Habeşistan'a hicret etmişti. Dini uğrunda memleketini terk edecek kadar inançlarına bağlı olan Ubeydullah b. Cahş, orada irtidad ederek (islâm'dan dönme) Hıristiyanlığa girmişti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe, Habeşistan'da kocasında yavaş yavaş meydana gelen değişikliklerin farkında idi. Fakat durumu henüz tam bir açıklık kazanmadığı için bir şey diyemiyordu. Nihayet onun (kocasının) "Önceleri din konusunu uzun uzadıya düşünmüştüm, Hıristiyanlıktan daha hayırlı bir din görmeyip Hristiyan olmuştum. Sonra Muhammed'in dinine girdim ve şimdi tekrar Hıristiyanlığa döndüm" sözleri ile kocasının gerçekten islâm'dan çıktığını anladı. Bu sözleri duyan Ümmü Habibe, ona rüyasında kendisini çok kötü bir şekilde gördüğünü anlatmış ise de kocasını tekrar islâm'a döndüremedi. Buna karşılık Ubeydullah, karısının Hristiyan olması için büyük bir baskı uygulamış, fakat bunda muvaffak olamamıştı. Bu mübarek kadın, her şeye rağmen dininde sebat gösterdi ve sonunda kocasından ayrıldı (Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehrebî, Siyeru A'lami'n-Nubela, Beyrut 1985, II, 221; Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed'in Eşleri ve Aile Hayatı, İstanbul,1991, 295).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b> O, Mekke'nin yüksek aristokrat ailesinden birine mensuptu. Bu yüzden de kolay kolay kimse ile evlenmezdi. Bu sebeple yabancı bir diyarda kimsesiz kaldı. Korunmaya muhtaç bir duruma düştü. Babası Ebu Süfyan ise henüz Müslüman olmadığı gibi, Müslümanların da en büyük düşmanı idi. Bu sebeple Ümmü Habibe, babasının yanına da dönemezdi. Hz. Peygamber durumdan haberdar oldu. Onu teselli için Habeşistan'a bir elçi gönderdi. Bu elçinin vazifesine ve Ümmü Habibe'nin Peygamber'imizle evlenmesine temas etmeden önce, onun Müslümanlığı kabul edişinden bahsetmemiz gerekir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe'nin hangi yılda Müslüman olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, daha önce de belirtildiği gibi, ilk kocası ile birlikte kabul edenlerdendir. Bu sebeple ilk kadın müslümanlar arasında sayılmaktadır (Geniş bilgi için bk. Aynur Uraler, Ümmü Habibe'nin Rivayetleri, Basılmamıs Y. Lisans Tezi, İstanbul 1990, 9). Kocası Ubeydullah b. Cahş ile birlikte müşriklerin baskılarına dayanamayarak Habeşistan'a hicret (göç eden) ikinci kafile ile birlikte oraya gitmişlerdi. Fakat, kocasının orada Hristiyanlığı kabul etmesi ve kendisinin ondan ayrılması üzerine büyük sıkıntılara katlanmak zorunda kalmıştı. Kocasının bütün teklif ve ısrarlarına rağmen müslüman olarak kalmıştı. Onun bu durumu, Hz. Peygambere ulaşınca bundan çok memnun oldu. Fakat Ümmü Habibe bu diyarda büyük sıkıntılara düştü. Günlerce devam eden bu sıkıntılı anlarında düşünmekten kendini alamıyordu. Memleketini, ana babasını ve yakınlarını niçin terk etmişti? Bütün bu sıkıntılar ne içindi? Kendisi ile birlikte gelen kocası neden Hristiyan olmuştu? Günlerce kafasını ve benliğini meşgul eden bu sorular karşısında, bir gece rüyasında gördüğü ve kendisine "Ya Ümme'l-Mü'minin" diye hitâb eden sesle kendine gelir gibi olmuştu. Ümmü Habibe, bundan sonrasını ve Hz. Peygamberle olan evliliğini şöyle anlatır:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Habeşistan'da iken Necaşi'nin elçisi Ebrehe adındaki câriyenin getirdiği haber kadar hayatta hiç bir şey beni heyecanlandırmadı. Ebrehe, Habeşistan Kralı Necaşi'nin kıyafet ve kokuları (parfüm) ile ilgilenen birisi idi. Bir gün benden izin isteyerek konuşmak istediğini bildirdi. Ben de kabul ettim. "Rasulüllah Kral'a seninle evlenmek istediğini bildiren bir mektup yazmış" dedi. Ben de "Allah sana da hayırlı müjdeler versin" dedim. Fakat söylediklerinden emin olmak için bunu ona birkaç tekrarlattım. Nihayet Ebrehe, "Kral nikahını kıymak için bir vekil tayin etmeni istiyor" dedi. Bunun üzerine Saîd b. As'ın oğlu Halid'i çağırdım ve onu kendime vekil tayin ettim. Sevincimden Ebrehe'ye el ve ayaklarımda ne kadar takı varsa hepsini verdim. Söz kesildiğinin ertesi günü Necaşî, Cafer b. Ebu Tâlib'e orada bulunan bütün Müslümanları toplamasını emretti. Toplantıda kısa bir konuşma yaptıktan sonra</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Rasulüllah'ın isteği üzerine Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'yi 400 dinar mehir ile ona nikahladım" dedi. Bu teklif Hz. Ümmü Habibe'nin vekili Halid b. Saîd b. Âs tarafından da kabul edilerek evlenmeleri gerçekleşmiş oldu (İbn Abdi'l-Berr, el-istiâb, IV, 422; İbn Hacer, el isâbe, IV, 299; Ayşe Abdurrahman, Terâcim Seyyidât Beyti'n-Nilbilvve, Kahire t.y., 383-384). Necaşi, mehir olarak tesbit edilen parayı Halid b. Saîd'e teslim ettikten sonra kalkmak üzere olan ashab-ı kirama "Nikahtan sonra yemek vermek peygamberin sünnetidir" diyerek düğün yemeği ikram etmişti (İbn Abdi'l-Berr, el-istiâb, IV, 423; Ahmed b. Abdullah et-Taberî, es-Suntu's-Semin fi Menakib-i Ümmehati'l-Mü'minin Haleb 1928, 97).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Nikahtan sonra "Ümmü'l Mü'minin" olarak sabahlayan Ümmü Habibe, eline mehir geçtiği zaman kendisine müjdeyi getiren câriye Ebrehe'yi çağırtarak "O gün evinde olanı vermiştim. Başka param yoktu. Şimdi Allah bana bunu ikram etti. Mehrimden elli dinar (veya miskal) al" dedi. Ebrehe, verilen parayı kabul etmediği gibi, Ümmü Habibe'nin daha önce verdiği dört gümüş bilezikle ayak parmaklarındaki gümüş yüzükleri de iade etti. Zira Necaşî, ondan, Ümmü Habibe'den bir şey kabul etmemesini istemişti. O (Necaşî), bununla da yetinmeyerek hanımlarından da ona yardım etmesini istemişti. Ayrıca Necaşî, hanımlarına yanlarındaki bütün güzel kokulan Hz. Ümmü Habibe'ye göndermelerini emretmişti. Ertesi gün bu parfümleri getiren Ebrehe, Hz. Ümmü Habibe'nin çeyizinin hazırlanmasında kendisine yardımcı oldu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Ümmü Habibe (r.a), Medine'ye geldiğinde Hz. Peygamber'e nikah merasimini anlatmış ve kendisine hediye edilen güzel kokuları göstermişti. Rasûlüllah bunların kullanılmasını yasaklamadı. Ümmü Habibe, islâmiyet'i kabul eden câriye Ebrehe'nin selamını da Hz. Peygamber'e iletmişti (Ahmet b. Abdullah et-Taberî, es-Simtu's-Semin, 98; Ayşe Abdurrahman, Teracim Seyyidât, 384).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hicretin yedinci yılında meydana gelen bu olay, Ümmü Habibe'nin dine bağlanışının bir mükafatı idi. Bu evlilik, Ebû Süfyan'ın henüz Müslüman olmamakla birlikte Hz. Peygamber'e olan kin ve düşmanlığının azalmasına sebep olmuştu. Zira bu evlilikten sonra Ebû Süfyan'ın Hz. Peygamberle müslümanlara karşı yavaş yavaş yumuşadığı görülür (Kazıcı, a.g.e., 297).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Gerçekten de Hicretin altıncı senesinde Mekkeli müşriklerle yapılan Hudeybiye Antlaşmasından sonra Medine artık bir devletin başkenti olarak tanınmaya başlandı. Müşriklerle yapılan antlaşma, Müslümanların da artık söz sahibi olduklarının ve devlet olarak tanındıklarının bir ifadesi idi. Bundan sonra Hz. Peygamber komşu hükümdarlara elçiler göndermeye başladı. İşte bu elçilerden biri de Amr b. Ümeyye ed-Damrî idi. Amr'ın iki memuriyeti bulunmaktaydı. Bunlardan biri Hz. Peygamberin mektubunu Necaşi'ye teslim etmek, diğeri de Habeşistan'a hicret edip henüz dönmemiş olan Müslümanları istemek ve Ebû Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'yi Hz. Peygamber'e nikahlamaktı. Rivâyete göre bunun için de ayrı bir mektup götürmüştü. Necaşî, Hz. Peygamber'in elçisine hürmet ve saygıda kusur etmedi. Cafer b. Ebî Talib'in huzurunda Müslüman olduğunu bildirdi (İbnu'l-Esir, Usdü'l-Gâbe fi Marifeti's-Sahabe, Mısır, 1280, V, 457-458).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Necaşi, Ümmü Habibe'yi Hz. Peygamber'le evlendirdiği gibi Habeşistan'da bulunan diğer Müslümanları da iki gemiye bindirerek Arabistan tarafına gönderdi. Hz. Peygamber, Hayber Gazasında Ketibe kalesinin fethi ile uğraşırken onlar da geldiler. Peygamber Efendimiz "Bilmem ki bu iki şeyin hangisi ile sevineyim. Hayber'in fethi ile mi, yoksa Cafer'in gelişi ile mi?" diye sevincini belirtmişti. Bu arada Hayber'den alınan ganimetlerden Habeşistan muhacirlerine de hisse verildi (İbn Hişâm, Sire, III, 196).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Peygamber'in diğer hanımları bu yeni eşi (kumalarını) iyi bir şekilde karşılamak istediler. Başlangıçta Hz. Aişe onda kendisini kıskandıracak bir şey bulamadı. Zira o, yaş itibarı ile kırkına yaklaşmıştı. Onda Hz. Safiyye'nin büyüleyici tavrı, Hz. Cüveyriye'nin tatlılığı, Hz. Ümmü Seleme'nin güzelliği ve Hz. Zeyneb'in çekiciliği yoktu. Bunun için Hz. Aişe onu kendi tarafına çekmek istiyordu. Halbuki Ebû Süfyan'ın kızı bunu istemiyordu (Ayşe Abdurrahman, Teracim Seyyidat, 385).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Arap örf ve âdetlerine göre, kendisi ile evlenmek istenilen kadın için önce babasına, o yoksa amcasına veya amcasının oğullarına müracaat edilirdi. Ancak, Hz. Peygamber'in Ümmü Habibe ile evlendiği dönemde Ebû Süfyan henüz Müslüman olmadığı için, bu evlilikten haberi olmamıştı. Kızının kendisine danışmadan düşmanı ile evlenmesinden dolayı Ebû Süfyan'ın kızması beklenirken aksine onun bir bakıma memnuniyetini ifade ettiği ve Hz. Peygamber için "O reddedilemeyecek bir erkektir" diyerek bu evliliği tasvib ettiği görülür (İbn Sa'd, et-Tabakat, VIII, 99; Ibn . Abdi'l-Berr, el-istiâb, IV, 298).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Peygamber, Ümmü Habibe için daha önceden bir oda yaptırmıştı ki, bu hücre, diğer hanımlarının hücrelerine göre mescide en uzak olanı idi. Rasûlüllah'ın emri ile Bilâl, Ümmü Habibe'yi hücresine götürmüştü. Ümmü Habibe, bu yeni evde bir süpürge bulmuş, yanında bulunan köle ile iş bölümü yaparak evi süpürdükten sonra kil bir yaygı sererek odayı döşemişti. Akşam olup Hz. Peygamber Ümmü Habibe'nin odasına gelince, güzel bir koku hissetmiş ve içinin tefris edildiğini de gördükten sonra " Kureyş kadınları etrafı döşeyen, yerleşik kadınlardır. Bedevî ve a'rabî değillerdir" buyurarak iltifatta bulunmuştu. Bu sözleri ile Hz. Peygamber Ümmü Habibe'nin temizlik ve döşeme zevkini takdir etmişti (Kaynaklar ve geniş bilgi için bk. Kazıcı a.g.e., 301; Uraler, a.g.e., 20).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Peygamberin, Ümmü Habibe ile evlenmesi, onun sabrının, cihadının ve çektiği sıkıntıların bir nevi mükafatı idi. Ayrıca bu evlilik fıkhî (İslâm hukuku) bakımından da bir bir önem taşımaktadır. Zira, Hz. Peygamber'le Ümmü Habibe'nin nikahı, "gıyabî nikah" şeklinde icra edilmiştir. Bu, Allah elçisinin bu sahada da ümmetine örnek olduğunun bir ifadesi idi.Hz. Peygamber'le dört yıl evli kalmış olan Hz. Ümmü Habibe, Rasûlüllah'ın vefatından sonra zâhidane bir hayat yaşadı. Onun bu hayatı otuz dört yıl sürdü. O, Peygamberimizin diğer hanımları (Ümmehatu'l Mü'minin) gibi herkes tarafından saygı ile karşılanırdı. Bu sebeple kardeşi Muaviye'ye halife olduktan sonra "mü'minlerin dayısı" diye hitâb ediliyordu (ez-Zehebî, Siyer, II, 222).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe'nin, islâm tarihinde ortaya çıkan fitne ateşinden uzak kaldığı ve siyasî olaylara karışmadığı da bilinmektedir. Bununla beraber, dayısının oğlu olan III. Halife Hz. Osman'ın evinin muhasarası esnasında onun evine geldiği, orada bulunan asilerden bir adamın onun başörtüsünü çektiği, Hz. Ümmü Habibe'nin de ona beddua ettiği, bunun da derhal yerine geldiği bildirilmektedir (Bu olay için bk. Kazıcı a.g.e., 302-303).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe, Hz. Peygamberin diğer hanımları gibi bir geçim imkanına sahipti. Allah elçisi Hayber gelirinden ona seksen vask hurma, yirmi vask arpa vermişti. Ayrıca Hz. Ömer zamanında kurulan divan teşkilâtı, Hz. Aişe hariç olmak üzere Rasûlüllah'ın hanımlarına onar bin dirhem vermişti (İbn Sa'd, et-Tabakat, VIII, 100).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe, kardeşi Muaviye'nin hilâfeti (40-69/661-680) devrinde yetmiş yaşında iken, hicretin kırkdördüncü senesinde Medine'de vefat etti (İbn Sa'd, et-Tabakat, VIII,100; İbn Abdi'l-Berr, el-istiâb, IV, 299) Onun vefat tarihi ile ilgili farklı rivâyetler bulunuyorsa da bunlar sağlam birer görüş olarak kabul edilememektedir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe'nin, Allah elçisine olan sevgi ve saygısı sadece onun şahsına karşı değil, ona ait olan herhangi bir eşya için de söz konusu idi. İslâm tarihindeki bir olay bu söylediklerimizin güzel bir örneğini ortaya koymaktadır.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bilindigi gibi, Hudeybiye Antlaşmasının hükümlerinden biri de Kureyş kabilesinin dışında kalan diğer kabilelerin Hz. Peygamber'in veya Kureyş kabilesinin emniyet ve garantisini kabul etmede serbest bırakılmalarıyla ilgiliydi. Buna göre Huzaa kabilesi, Hz. Peygamber'in emniyet ve garantisini kabul ederek onun tarafına geçtiler. Halbuki bu iki kabile arasında eskiden beri düşmanlık vardı. Bu düşmanlık sebebi ile Benî Bekr kabilesi, Kureyş'in de desteği ile hicretin sekizinci senesi Şaban ayında bir gece vakti Benî Huzaa kabilesine hücum etti. Bu baskın esnasında Kureyş'in ileri gelen reisleri Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebû Cehil, Süheyl b. Amr, Hüveylib b. Abdi'l-Uzza gibi kimseler de maiyetleri ile birlikte onlara yardım etmişlerdi. Bu baskında Huzaa kabilesinden 23 kişi öldürülmüştü. Geri kalanlar ise Hareme sığınmışlardı. İslâm tarihindeki bu olay daha sonra Mekke'nin fethi ile sonuçlanacaktır. Olayın Hz. Peygamber'e haber verilmesinden sonra sözlerini tutmadıkları ve antlaşmayı bozdukları için müslümanların hücumlarına uğrayacaklarından korkmaya başlayan Kureyş, Hz. Ümmü Habibe'nin babası Ebû Süfyan'ın antlaşmayı yenilemek ve Hz. Peygamber'den özür dilemek için Medine'ye gitmesini istediler. Ebû Süfyan, pek ümitli olmamakla birlikte çevresinin baskıları sebebiyle Medine'ye geldi. Burada hiç kimseden yüz bulamadı. Kızı ve Rasulüllah'ın hanımı olan Ümmü Habibe'nin evine geldi. Eve girdiği zaman odadaki yatağa oturmak istedi. Tam bu esnada Ümmü Habibe yatağı toplayıp kaldırdı. Her hali ile oturmaya hazırlanmış olan Ebû Süfyan sendeleyerek düşmekten zor kurtuldu. Bunun üzerine Ebu Süfyan, "Kızım, benden sonra sana hiç de iyi olmayan haller olmuş, sana şer bulaşmış" dedi. Daha fazla orada durmayarak çekip gitti (İbn Hişâm, Sire, IV, 7).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Habibe'nin, Hz. Peygamber'den yaptığı rivâyetlerin sayısı 65 rakamı ile ifade edilmekte ise de bunun daha fazla olma ihtimali vardır. Çünkü bu rakam, Bakî b. Mahled'in "el-Müsned"inden tesbit edilmiştir. Bize ulaşmamış olması yanında onun, müsned-musannaf karışımı bir tertibe sahip bulunması, rivâyet sayısının olduğundan daha fazla kabul edilmesi için önemli bir âmildir (Geniş bilgi için bk. Uralar, a.g.e., 32).</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/139.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-22045401662190803962008-01-05T01:47:00.003-08:002008-01-05T01:47:39.410-08:00HZ. ÜMMÜ SELEME (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ÜMMÜ SELEME (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin en son vefat eden hanımlarından... Erkam’ın evinde İslâm ile şereflenen ilk müslümanlardan... Habeşistan ve Medine’ye hicret eden ilk kafilede yer almış çilekeş bir İslâm mücâhidesi... Hudeybiye antlaşmasından sonra gösterdiği dirâyet ve fetanetiyle, efendimize verdiği fikri desteği ile tanınan bir annemiz... Zekâsıyla, soyu, güzelliği, iffeti, nezâketi ve nezâhetiyle Rasûlullah’a aile olma şerefine eren bahtiyarlardan... Mü’minlerin annesi....</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, bi’setten onbeş sene önce Mekke’de doğdu. Asıl adı Hind’dir. Ebû Seleme künyesidir. Mahzum kabilesine mensuptur. İlk evliliğini halasının oğlu Abdullah İbni Abdülesed ile yaptı. Habeşistanda ondan Seleme adında bir oğlu oldu. Ona nisbetle Ümmü Seleme dendi. Bu künye ile meşhur oldu. Babası, Kureyş’in sayılı cömertlerinden Ebû Ümeyye Süheyl İbni Muğıyre’dir. “Zâdür-Rakb = Yol azığı” lakabıyla meşhurdur. Her yolculuğa çıktığında arkadaşına da yetecek miktarda yanında azık bulundurduğu için bu lakabı almıştır. Annesi, Âtike binti Âmir’dir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, kocasıyla beraber Erkam’ın evinde İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendir. Habeşistan’a birlikte hicret ettiler. Medine’ye hicretleri ise tam bir destanlıktı. Çok sıkıntılı ve eziyetli oldu. Onun müşrik akrabaları Ebû Seleme’ye; Ümmü Seleme’nin götürülmesine müsaade etmeyeceklerini söylediler. Yolları tutuldu. Kocasından ve çocuklarından ayırdılar. Ebû Seleme (r.a.) yanlız kaldı. Tek başına Medine yollarına düştü. Oğlu Seleme ile hanımı Ümmü Seleme’yi Mekke’de bıraktı. Medine’ye hicret ile ilgili safhayı Ümmü Seleme kendisi şöyle anlatır:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Akrabalarım beni Ebû Seleme’nin elinden alınca, onun yakınları da oğlum Seleme’yi benim yanımdan almak istediler. Oğlumu aralarında çekiştirmeğe başladılar. Münakaşa ve gürültüler arasında çocuğu, kolundan, ayağından çeke çeke alıp götürdüler. Bir yıla yakın, sabahtan akşama gözyaşı döktüm. Nihayet bana acıdılar da: “İstersen kocanın yanına gidebilirsin” dediler. Ebû Seleme’nin akrabaları da oğlumu getirip bana verdiler. Ben ve oğlum birlikte Medine’ye hareket ettik.”</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anhâ) uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı ve kocası Ebû Seleme ile buluştu. Artık hasret ve çile sona ermiş, aile fertleri tekrar birbirine kavuşmuştu. Mes’ud ve bahtiyar idiler. Birgün sevinçli olarak kocası eve geldi. Sevincinin sebebini şöyle anlattı: “Resûlullah (s.a.)’den bir söz işittim de ona sevindim. Müslümanlardan bir kimse müsîbete uğradığı zaman “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” der, sonra da: “Allahım! Bu uğradığım musîbetin mükâfatını ihsan et ve beni ondan daha hayırlısına nâil eyle” diye duâ ederse, muhakkak Allah onun duâsını kabul eder” buyurdu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Günlük hayatları sevinç içerisinde geçen bu çilekeş aile öylesine birbirine muhabbetle bağlıydı ki, kocası kendisinden evvel ölürse bir başkasıyla evlenmeyi dahi düşünmeyecek kadar Ümmü Seleme’nin gönlü sevgi dolu idi. Hatta o, kocasıyla karşılıklı anlaşma yapmak istedi. Ebû Seleme’ye şunu teklif etti:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Ey Ebû Seleme! Cennetlik kocası ölen cennetlik bir kadın, sonradan başkası ile evlenmezse, Allah muhakkak onu cennette kocasıyla bir araya getirecektir. Aynı şekilde, cennetlik bir hanımı vefât eden cennetlik bir erkek de sonradan başka bir kadınla evlenmezse, Allah muhakkak onu da hanımıyla bir araya getirecektir. Öyle ise gel seninle sözleşelim. Ne sen benden sonra evlen, ne de ben senden sonra evleneyim.” dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ebû Seleme, hanımının bu teklifini kabul etmedi. Ona: “Sen benim sözümü dinle! Ben öldüğüm zaman sen evlen” dedi. Arkasından çok sevdiği hanımı için duâ etti: “Allahım! Ümmü Seleme’ye benden sonra daha hayırlı ve onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasib et” dedi. Hanımı bir şey diyemedi ve söz böylece kapandı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu konuşmanın arasından fazla bir zaman geçmedi. Uhud günü kahramanca çarpışan Ebû Seleme (r.a.) birkaç yerinden derin yaralar almıştı. Tedavi edilir gibi olmuş ise de tam kapanmamıştı. Fakat o bu haliyle bile Beni Esed kabilesi tarafına gönderilen seriyyeye komutan tayin edildi. Katan seferi diye anılan bu seriyye zaferle Medine’ye döndü. Bu seferden sonra Ebû Seleme’nin yaraları tekrar deşilmeğe, açılmağa başladı. Yatağa düştü. Rahatsızlığı beş ay kadar devam etti. Ümmü Seleme (r.anhâ) kocasına fedâkârâne bir şekilde sevgi ve hürmetle hizmet etmeğe çalıştı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Gün geçtikçe hastalığı ağırlaşan Ebû Seleme (r.a.) bir daha ayağa kalkamadı. Nihâyet şehadet şerbetini içti. Onun vefâtını haber alan iki Cihan Güneşi efendimiz hemen Ebû Seleme (r.a.)’in evine geldi. Ortada uzanıp yatan cesedinin başucuna oturdu. Onun açık kalan gözlerini mübarek elleriyle kapadı ve : “Şüphesiz ruh çıktığında göz onu takip eder” buyurdu. Orada ağıtlar yakarak ağlaşan kadınlara döndü ve: “Siz kendiniz için hayırdan başka şeye duâ etmeyin. Çünkü melekler söylediklerinize “Amin ”derler” buyurarak onları uyardı. Daha sonra Ebû Seleme (r.a.) için şöyle duâ etti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Allahım! Ebû Seleme’yi affet.. Derecesini hidâyete erenler arasına yükselt. Arkasında kalanlar için de sen halef ol! Bizi de onu da affet. Ey âlemlerin rabbi! Ona kabri içinde genişlik ver. Orada onun nurunu çoğalt” buyurdu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anhâ) kocası Ebû Seleme vefat edince Efendimize nasıl duâ edeyim diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) de: “Yâ Rabbi! Beni ve onu afffet. Bana onun ardından, daha hayırlı bir bedel ihsan et diye duâ et” buyurdu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, bir taraftan bu duâya devam ederek teselli buluyor, bir taraftan da hayretini saklayamıyordu. Acaba Ebû Seleme’den daha hayırlı olan kimdi?</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anhâ), inancı uğruna çok çileler çekmişti. İmanından taviz vermemek için büyük fedakârlıklara katlanmıştı. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz onun gibi mücâhide bir hanım sahabîsinin dört çocuğu ile ortada kalmasına gönlü râzı olamazdı. İddet müddeti bitince ashâb-ı kiramdan bir çoğu ona evlenme teklifinde bulundu. Fakat hiç kimse müsbet cevap alamadı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.anhum) efendilerimiz de ayrı ayrı tâlip oldular. Onlar da müsbet cevap alamadılar. Bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz evlenme teklifinde bulundu. Bu iş için Hatib İbni Belta’yı dünürcü olarak gönderdi. Ümmü Seleme (r.anhâ) Resûlullah (s.a.)’in elçisi gelince duâsının kabul edildiğini anladı. Buna çok sevindi. Fakat gönlünde bir takım endişeleri vardı. Bunlar zihnini tırmalıyordu. Dört tane çocuğu vardı. Bunların Efendimizi rahatsız etmelerinden korkuyordu. Bu ve buna benzer sebeplerle Hatib (r.a.)’ dan özür diledi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İki Cihan Güneşi efendimiz onun bu nâzik düşüncesine mukabeleten bizzat kendisi gitti ve nâzikâne bir ifâde ile ona evlenme teklifinde bulundu. Bunun üzerine Ümmü Seleme (r. anha) gönlünü ve zihnini meşgul eden düşünceleri ve endişeleri bir bir açıklamak zorunda kaldı. Şöyle dedi:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Yâ Rasûlallah! Ben yaşlı bir kadınım. Hem çocuklarım var. Aynı zamanda çok kıskancım. Benden hoşlanmıyacağınız bir hareketle karşılaşırsınız da Allah’ın azâbına uğrarım diye korkuyorum. Sonra velîlerimden nikâh şahitliği yapabilecek kimse de yok” dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz onun gönlündeki sıkıntıları, endişeleri gidermek için tek tek sorularını şöyle cevaplandırdı:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Yaşlı bir kadın olduğunu söylüyorsun. Senin başına gelen benim de başımdadır. Bir kadının kendinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesi ayıp değildir. Çocuklarından bahsettin. Senin çocukların benim de çocuklarımdır. Onların geçimleri Allah ve Resûlüne aittir. Kıskanç olduğunu söylüyorsun. Bunu senden kaldırması için Allah’a duâ ederim. Yanında nikâh şahitliği yapabilecek velinin olmadığını söylüyorsun. Burada olan ve olmayan velîlerin içerisinde bana râzı olmayacak yoktur” dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anhâ)’nın gönlündeki sıkıntılar bir bir kayboldu. Zihnini meşgul eden endişeler korkular hepsi yok oldu. Bu kadar açık ve kesin cevap karşısında teklifi derhal kabul etti ve oğlu Ömer’e “Yâ Ömer! Kalk! Beni Resûlullah’a nikâhla” dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hicri 4. yılın şevval ayının sonlarında nikâhları kıyıldı. Mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemize bir oda tahsis edildi. Düğün yemeği verildi. O günkü hatıralarını kendisi şöyle anlatır:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Vefat eden Zeyneb’in odası bana verildi. Odada bir adet çanak, bir adet su testisi, bir el değirmeni, içi hurma lifi ile dolu bir yastık ve bir yatak, bir de çömlek vardı. Çömleğin içinde erimiş yağ, çanaktada arpa bulunuyordu. Arpayı el değirmeninde öğütüp çömlekte bulamaç yaptım. Biraz da yağ koydum. İşte Rasûlullah’ın düğün yemeği buydu.”</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz asâlet sahibi bir hanımefendi idi. Efendimize karşı hep asîl davranışlar sergiledi. Veda Haccı dâhil yanından hiç ayrılmadı. Pek çok hâdiseye şâhit oldu. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizin hadislerini iyi zaptetti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, birgün Efendimizle birlikte oturuyorken Hz. Fâtıma (r.anhâ) ile, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r. anhüm) efendilerimiz geldiler. Beraberce yemek yediler. Bu sırada Ahzab sûresi: 33. Âyet-i celîle nâzil oldu. Meâlen: “Ey ehl-i beyt! Allah sizden kiri günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” buyuruldu. Resûl-i Ekrem (s.a.) hemen, kızını, damadını ve torunlarını hırkasının içine aldı ve: “Ya Rabbi! Bunlar benim ehl-i beytim ve yakınlarımdır. Onlardan günahları gider ve onları temizle” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyerek hemen: “Yâ Rasûlallah! Bende ehl-i beyttenim” dedi. Efendimiz de: “Evet! İnşaallah” buyurarak onu taltif etti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, hayatını zühd, takva ve ibadetle geçirdi. Hanım sahabiler arasında fıkhı en iyi bilenlerdendi. Bilhassa hanımlarla ilgili meselelerde İslâm fıkhını en iyi bilen sahabiler arasında yer aldı. Hadis ilmine de çok büyük hizmetlerde bulundu. Hadis rivayetinde Hz. Aişe (r.anhâ) annemizden sonra ikinci sırayı aldı. 378 hadis-i şerif rivâyet etti. Bunlardan birkaçı şu meâldedir:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Kocası kendisinden râzı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.”</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Ey kalbleri hâlden hâle döndüren Allah! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl.”</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Namaz, namaz, namaza devam ediniz. Eliniz altındakilere güçlerinden fazla iş yüklemeyiniz. Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun. Onları, Allah ile muâhede ederek aldınız ve Allah adı ile kendinize helâl ettiniz.”</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anhâ) dirayetli, zeki ve problemlere çözüm üreten bir annemizdi. Efendimize fikren destek verirdi. Hudeybiye antlaşmasından sonra Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ashabına, kurbanlarını kesip başlarını traş etmelerini emretti. Antlaşma metninden hoşnut olmayan ashab bu emri duymamazlıktan geldi. Kimse yerinden kıpırdamadı. Emrini üç defa tekrarladığı halde kimse bu emre uyma eğilimi göstermedi. Bunun üzerine İki Cihan Güneşi efendimiz Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin çadırına girdi ve: “Şunları görüyor musun? Onlara emrediyorum da icabet etmiyorlar” diye ashabın kayıtsızlığından bahsetti. Firaset sahibi annemiz Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize şu hatırlatmada bulundu: “Ya Rasûlallah! Emrini yerine getirmek istiyor musun? O halde dışarı çık, kurbanlık develerini kes ve traşını ol. Ashaba bir şey söyleme!” dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bu samimi fikri benimsedi ve bu zekice tavsiyeye göre hareket etti. Tek başına çadırdan çıktı. Ashabdan hiç birine bir şey söylemeden menâsiki yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti. Traşını oldu. Efendimizin bu şekilde hareket ettiğini gören ashab da hızla yerlerinden kalkıp kurbanlarını kestiler ve traşlarını oldular.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ne firaset... Ne teslimiyet!.. Ne kadirşinaslık!.. Allah Rasûlü hanımının görüşüne uyuyor... Onun fikrine değer veriyor... Fakat bütün ashab Annemizin görüşü doğrultusunda menâsiki yerine getiriyor... Hiç bir ashabına bir şey demiyor... Efendimizin peşinden kurbanlarını kesiyor ve traş oluyor... Böylece kalplerdeki burûdet gideriliyor ve ülfet peyda oluyor... Ne ferasetli bir hareket!... Allahım bizlere de böyle ferasetli hareketler nasip et!..</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anha) bir çok sahabinin erişemediği bâzı ulvî manzaralara da şâhit oldu. Bir defasında Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin bir kimse ile konuştuğunu gördü. Onu Dıhye (r.a.) sandı. Efendimiz onun Cebrail olduğunu söyledi. Annemiz, vahiy meleğini görmenin sevinciyle Allah’a hamdetti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Birgün yine Efendimiz, Ümmü Seleme (r.anhâ)’nın yanında iken Cebrâil (a.s) geldi. Fahr-i Kâinat efendimiz annemize: “Kapıyı üzerimizden kapa. İçeriye kimseyi alma” buyurdu. Onlar içerdeyken Hz. Hüseyin (r.a.) geldi. İçeri girmek istedi. Ümmü Seleme (r.anhâ) ona mâni oldu. Fakat Hz. Hüseyin bir fırsatını bulup içeriye daldı ve Rasûlullah’ın kucağına oturdu. İki Cihan Güneşi efendimiz torununu öptü ve sevdi. Cebrail (a.s), onu çok mu seviyorsun? diye sordu. Efendimiz de: “Evet, çok seviyorum” buyurdu. Bundan sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- “İyi ama ümmetin onu şehid edecek”</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- “Demek onu mü’minler öldürecek?”</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- “Evet!.. İstersen onun şehid edileceği yeri de sana haber vereyim” dedi ve Cebrail (a.s.) kısa bir müddet oradan ayrıldı. Kerbelâ’dan getirdiği bir avuç kırmızı ve ıslak toprakla döndü. Resûl-i Ekrem (s.a.)’in mübârek gözleri yaşardı. Cebrâil (a.s.)’in getirdiği toprağı saklaması için Ümmü Seleme annemize verdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İki Cihan Güneşi efendimizin dâr-ı bekâ’ya göç eylemesinden sonra Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz torunlarını gördükçe göz yaşı dökerdi. Onlara bir zarar gelmemesi için elinden gelen gayreti gösterirdi. Aradan yıllar geçti. Cebrâil’in verdiği haber gerçekleşti. Hz. Hüseyin (r.a.) 61. hicrî yılda Kerbelâda Yezid’in adamları tarafından şehid edildi. O sabah Ümmü Seleme annemizin ağladığı görüldü. Sebebi sorulduğunda şöyle dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Rüyamda Rasûlullah (s.a.)’i gördüm. Başında, saç ve sakalında topraklar vardı. “Ey Allah’ın Rasûlü size böyle ne oldu?” diye sordum. “Biraz önce Hüseyin’i şehid ettiler” buyurdu. İşte bu gördüğüm rüyanın tesiriyle ağlıyorum” dedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hüseyin’in şehadetine sadece insanlar değil, cinler dahi göz yaşı dökmüşlerdi. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz Rasûlullah (s.a.)’in vefatından sonra cinlerin ağladığını hiç duymamıştı. Birgün onların ağladığını duydu. O zaman anladı ki Hz. Hüseyin şehid edildi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz iki Cihan Güneşi Efendimizin en son vefât eden hanımıdır. 84 yıl gibi bereketli bir ömür sürmüştür. 61 hicrî yılda 667 m. senesinde Medine-i Münevvere’de vefat etti. Bakî kabristanlığına defnedildi. Cenâze namazını Ebû Hüreyre (r.a.) kıldırdı. Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/138.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-38042702412391164292008-01-05T01:47:00.001-08:002008-01-05T01:47:24.078-08:00HZ. SEVDE BİNTİ ZEM'A (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><b><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;">HZ. SEVDE BİNTİ ZEM'A (r.anha)</span><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ff0000;"> </span></b></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde, amcasının oğlu Sekran bin Amir ile ilk evliliğini yapmıştı. İslâmiyetin geldiği ilk yıllarda; kocası Sekran ile iman ederek müslüman oldular. Bu sırada Mekkeli müşriklerin müslümanlara yaptıkları, akıllara durgunluk verecek eza ve cefalar dayanılmaz hâlde idi. Bunun üzerine Peygamberimiz müslümanların Habeşistan'a hicretine izin vermişlerdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde; kocası Sekran ile birlikte Habeşistan'a hicret etti. Daha sonra Habeşistan'dan Mekke'ye döndüler. Hz. Sekran Mekke'ye dönüşünden kısa bir müddet sonra vefat etti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde, kocası Hz. Sekran'ın vefatından önce şöyle bir rüya görmüştü: Rüyada Peygamberimiz mübarek ellerini Sevde'nin omuzuna koymuşlardı. Hz. Sevde de gördüğü bu rüyasını, kocası Hz. Sekran'a anlatmıştı. Rüyayı dinleyen Sekran dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ey Sevde, sen gerçekten böyle bir rüya gördünse, bu benim mutlaka öleceğime, senin de Peygamber efendimizle evleneceğine bir işarettir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde birkaç gün sonra başka bir rüya daha gördü. Rüyasında, kendisini bir yastığa yaslanmış, gökyüzünden inen Ay da, başının etrafında dönmüştü.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde; gördüğü bu güzel rüyasını da kocası Hz. Sekran'a anlattı. Sekran bu rüyayı da dinledi ve şöyle dedi:</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ey Sevde! Bil ki, artık benim ölümüm yaklaşmıştır. Ben öyle inanıyorum ki; benim ölümümden sonra mutlaka evleneceksin.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Gerçekten de Hz. Sekran bu rüyadan birkaç gün sonra vefat etti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde, kocası Hz. Sekran'ın vefatında 50 yaşlarında idi. Onun imanındaki sadakatı, bütün zorluklara rağmen İslâm dininden dönmemesi, bu yolda başını ortaya koyması, Peygamberimiz üzerinde çok derin bir tesir bırakmıştı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde, kocasının vefatı ile çok üzüldü, sanki kolu kanadı kırılmış gibiydi. Hiçbir sahabînin üzülmesine ve kalbinin kırılmasına dayanamayan Peygamberimiz, yaşlı ve dul olan Hz. Sevde'ye evlilik teklif etti. O ise bunu sevinerek kabul etti. Böylece üzüntüsü ve kederi gitmiş, onun yerine yaratılmışların en şereflisine eş olma saadeti gelmişti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz evlenmelerinin hepsini; Allahü teâlânın emri ile yapmıştır. Bunlar dinî, siyasî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. Nitekim Hz. Sevde ile olan evlenme de böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>(Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrail'in Allahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur.)</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde iman edip müslüman olduğu zaman, babası Zem'a ile kardeşi Abdullah henüz İslâm Dinini kabul etmemişlerdi. Onun İslâmiyetten aldığı güzel ahlâkı, edebi ve terbiyesi; çevresi üzerinde çok büyük tesir yapmıştı. Onlara devamlı hareket ve sözleriyle İslâmiyetin üstünlük ve büyüklüğünü anlatırdı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde'nin, Peygamberimiz ile evlenmesini duyan kardeşi Abdullah bin Zem'a çok üzüldü. Saçını başını yolmaya başladı. Eline yüzüne üzüntüsünden toprak serpmişti. Daha sonra bu yaptıklarından pişman olduğunu şöyle anlatmıştır: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Kardeşim Sevde'nin Resulullaha nikahlandığını duyunca, saçımı yolduğum, başım ve yüzüme topraklar serptiğim zamanki kadar, gülünç ve aşağı duruma düştüğümü hiç hatırlamıyorum.” </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde'nin iman bütünlüğü, çevresinde bulunan kardeşlerine ve yeğenlerine çok tesir etmişti. Onların müslüman olmasına sebep olarak, onları, İslâmiyeti ilk kabul edenler safına sokmuştu. Yakınlarının hepsi Peygamberimizin Medine'ye hicretinden önce iman ederek müslüman olmuşlardı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde, Peygamberimize karşı çok itaatkâr idi. Ona karşı edep ve terbiyesinde hiç kusur etmez, emirlerini titizlikle yerine getirirdi. Her yerde Onunla beraber olmayı ve Ona hizmetle şereflenmeyi canla başla isterdi. Çok şakacı ve latifeyi severdi. Birçok kere Peygamberimizi şakalarıyla sevindirmiş ve duâsını almıştır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde de, Peygamberimiz ile birlikte, diğer hanımları gibi, sırası geldiğinde savaşlara iştirak ederdi. Uhud savaşına katılarak, oradaki birçok müslümanın yarasını sarmış, onlara su taşıyarak çok büyük hizmetler etmişti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamberimizle son veda haccında bulunmuş, Onun vefatından sonra, bir daha hac ve umreye gitmemiştir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde, alçakgönüllülüğü, el açıklığı, bol sadaka dağıtmasıyla tanınırdı. Kendisine gelen bütün hediyeleri fakirlere verir, onların sevinmesinden çok zevk duyardı. Birgün Peygamber efendimizin hanımları huzura toplanarak sordular: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ya Resulallah, bizim içimizden hangimiz size en önce kavuşacak?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bunun üzerine Peygamber efendimizin, “Vefatımdan sonra bana ilk kavuşacak olan, kolu uzun olanınızdır” buyurduğunu Hz. Sevde nakletmiştir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamberimizin vefatından sonra, hanımlarının içinde, en çok sadaka dağıtan ve cömert olan Hz. Zeyneb binti Cahş vefat etti. Peygamberimizin diğer hanımları ise, yukardaki hadis-i şerifin manasını ancak o zaman anlayabilmişlerdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde'nin, Peygamberimizden naklettiği hadis-i şerifler dört-beş taneyi geçmemektedir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Sevde'nin babası Zem'a, annesi de, Şemmus binti Kays'dır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Hz. Sevde'nin vefatı ise, Hz. Ömer'in halifeliğinin son yıllarına rastlamaktadır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz Hz. Hadice'nin vefatından sonra, önce Hz. Aişe'yi, sonra Sevde'yi nikâhladı. Hz. Sevde'yi Mekke'de, Hz. Aişe'yi ise Medine'de evine aldı. Hz. Sevde yaşlı olduğundan Medine'de sırasını Hz. Aişe'ye bağışladı.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/137.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-52440974089775283352008-01-05T01:46:00.004-08:002008-01-05T01:47:07.311-08:00HZ. SAFİYYE (r.anha)HZ. SAFİYYE (r.anha)<br /><br />"Ümmehâtül-Mü'minin" (Mü'minlerin anneleri)'nden biri olan Safiyye, Huyeyy b. Ahtab adında Medine'deki yahudilerden Nadiroğulları kabilesi reisinin kızıydı. Huyeyy, Hz. Peygamber (s.a.s)e karşı müşriklerle işbirliği görüşmeleri yapan ve bundan dolayı müslümanlar tarafından Medine'den uzaklaştırılan Nadiroğulları'nın lideriydi. Bu zorunlu göçten sonra bu kabilenin bir kısmıyla Hayber tarafına gitmişti. Ahzab savaşında, Huyeyy de hücum edenlerle beraber gelmiş ve Kureyzaoğullarını müslümanların aleyhine kışkırtmak için onların kalelerine girmiş, sonra da onların uğradığı akibete uğramış ve orada öldürülmüştü. Huyeyy'in kızı olan Hz. Safiyye'nin annesinin adı Durra idi.<br /><br />Safiyye, önce kendi kabilesinden Sellam b. Miskem ile nikahlanmış; bir süre sonra boşanarak Kinâne b. Ebi Hukayk ile evlenmişti. Bu eşi de Hayber savaşında öldürülenler arasındaydı. Ayrıca yine bu savaşta Safiyye, eşi ve babasıyla birlikte kardeşini de kaybetmişti. Safiyye savaş esirleri arasındaydı. Bazı kaynaklar Safiyye'nin asıl isminin Zeyneb olduğunu kaydeder. Arabistan'da reislere veya hükümdarlara düşen ganimet hissesine "Safiyye" denildiği ve bu sebeple, Zeyneb de Hayber savaşında esir olarak Rasûlüllah (s.a.s)'in hissesine düştüğü için ona "Safiyye" denilmişti. Esirler toplandığı zaman Dihyetül-Kelbî, Hz. Peygamber (s.a.s)'den bir cariye istemiş. O da Safiyye'yi vermişti. Ashabtan birinin, Safiyye'yi peygamberimizin almasının daha uygun olacağını, zira bir reis kızı olduğu için mevkiinin bunu gerektirdiğini söylemesi üzerine, Safiyye'yi geri almış, ona da başka bir cariye vermişti.<br /><br />Hz. Peygamber, Yahudiler ile bir anlaşma imzaladıktan sonra Safiyye'ye İslâm ve Yahudilik hakkındaki görüşünü sordu. "Ey Allah'ın Rasûlü! islâmı arzu etmiş ve sen davet etmeden önce seni tasdik etmiştim. Babam da senin davanın doğruluğunu itiraf ederdi. Fakat ırkçılık onu götürdü.<br /><br />Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin Allah'ın Rasûlü olduğuna kesinlikle inanıyorum" cevabını alınca onu âzad ederek onunla evlenmişti.<br /><br />Hz. Peygamber (s.a.s), yeni hanımını yakından tanımaya fırsat bulabildiği ilk gece onun yanağında yeşil bir benek gördü. Sorması üzerine Safiyye'nin cevabı şu olmuştu: "Bir süre önce rüyamda, gökteki ayın yerinden ayrılıp göğsümün üzerine düştüğünü gördüm; bunu kocama anlattığımda o" Sen şu Medine kralı ile evlenmek istiyorsun" dedi. Ben ise senin hakkında o sırada hiç bir şey duymamıştım. Buna rağmen tutup suratıma şiddetli bir şamar indirdi; İşte bunun izi hâlâ devam etmektedir".<br /><br />Hz. Muhammed (s.a.s) düğününün yapıldığı gece, eşini kabilesinin uğradığı zarar ve kayıplar konusunda teselli etti ve Hayberlilerin kendisini bu konuda zorladıklarını izaha çalıştı. İslâm'a ve onun peygamberine karşı çok samimi hislerle bağlı olan Hz. Safiyye, aynı zamanda asil, zeki, güzel ve dindar bir kadındı. Özellikle tutumluluğuyla tanınırdı. Diğer bir hususiyeti de pişirdiği yemeklerdi. Hz. Safiyye'nin mutfağında pişen yemekler, onun aile fertleri, yani ehl-i beyti arasında çok beğenilirdi. Öte yandan, Hz. Peygamber (s.a.s)'den birkaç hadis rivayeti de vardır. Rasûlüllah da Hz. Safiyye'ye hürmet ve sevgide özen gösterirdi. Bir gün, bir seyahat esnasında Hz. Safiyye'nin devesi hastalanmış Hz. Peygamber (s.a.s) de, Hz. Zeyneb'e, develerinden birini ona ödünç vermesini istemiş, ancak o "Devemi bir Yahudi asıllıya mı vereyim?" demişti. Hz. Peygamber (s.a.s) onun bu sözünden çok müteessir olmuş ve Hz. Zeyneb ile iki ay görüşmemişti.<br /><br />Hz. Safiyye H. 50/ M. 670 yılında vefat etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s)'ın vefatından sonra, uzun bir ömür sürmüş olan Hz. Safiyye, ölüm döşeğinde iken, sahip olduğu mallarının üçte birini, Yahudi dininde ısrar edip kalmış olan bir yeğenine vasiyet etmişti. Zira islâm hukukuna göre, gayr-i müslim akrabaya sadaka câizdi. Bu durumda mirastan hisse almaya hak sahibi olmayanlar için vasiyette bulunmak mümkündü. Ancak bazı müslümanlar bu vasiyetin yerine getirilmesine karşı çıktılarsa da, Hz. Muhammed (s.a.s)'in bir diğer eşi ve döneminin hukuk otoritesi Hz. Aişe; lehine vasiyet yapılanın tarafını tutacak bir biçimde araya girerek, vasiyetin yerine getirilmesinin islâm hukukuna uygun olacağını ifade etti. Halbuki Hz. Aişe ile Hz. Safiyye, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sağlığında zaman zaman dargın durmuşlar, ancak dargınlıklarına hemen son vererek helâlleşmişlerdi.<br /><br />Hz. Safiyye Medine'de Baki' mezarlığında toprağa verilmiştir (İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, Beyrut (ts.), VIII,120-129; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, II, 740-741; Mevlana Sıbli, Asr-ı Saadet, çev. Ö. Rıza Doğrul, İstanbul 1981, II, 162-163).<br />1KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-58377285861850067772008-01-05T01:46:00.003-08:002008-01-05T01:46:50.680-08:00HZ. REYHANE (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><b><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;">HZ. REYHANE (r.anha)</span><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ff0000;"> </span></b></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz Hendek savaşından sonra, 626 senesinde, Medine’nin dışında bulunan ve bir kaleye sığınan Benî Kureyza yahudîlerinin üzerine yürüdü. Çünkü bunlar orada devamlı huzursuzluk kaynağı oluyorlardı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Benî Kureyza yahudîlerinin bulunduğu kale; muhasara ve kuşatmadan<br /> sonra müslümanların eline geçti. İçinde bulunan yahudîler malları, mülkleri, çocukları ve kadınları ile birlikte ganimet olarak alındılar.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Benî Kureyza’dan alınan savaş ganimetleri ve esirler, müslümanlar arasında İslâm dinine uygun bir şekilde taksim edildi. Ganimetler taksim edilip, sıra esirlere gelmişti. Reyhane de savaş esirleri arasında bulunuyordu. Reyhane de Peygamber efendimizin hissesine düsmüştü. Bunun üzerine, Reyhane Ümm-i Münzir’in evine gönderildi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz o zaman yahudîlik dinine inanan Reyhane’yi, dilerse kendi dininde kalmak, dilerse müslüman olmak hususunda serbest bırakmışlardı. Reyhane de, Peygamber efendimize şöyle arzetmişti: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ben kendi dinimde kalmak istiyorum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamberimiz bu hareket ve davranışıyla, “İIslâm dinine girmek için zorlamak yoktur” hükmünü bizzat kendileri tatbik etmişlerdir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Daha sonra Salebe bin Sâye’nin tavsiyesiyle Reyhane’nin kalbi İslâmiyete ısındı. Bunun üzerine Peygamberimiz daha sonra Reyhane’ye şöyle buyurdular: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Sen Allahü teâlânın ve Onun Resulünün yolunu tutmak ister misin? Ben böyle münasip görüyorum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Reyhane de; “Evet” dedi. Peygamber efendimiz, bu davranışından sonra Reyhane’yi azat ettiler. Kendilerini, bizzat Mehir vererek, nikâhına aldılar. Düğünleri de Ümm-i Münzir’in evinde oldu. Böylece bütün müslümanların annesi olmak şerefine kavuştu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz, evlenmelerinin hepsini Allahü teâlânın emri ile yaptı. Bunlar dinî, siyasî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. Reyhane ile de olan evlenme böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>(Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrail’in Allahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur.) </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Reyhane sakin, temiz karaktere sahip, yumuşak huylu bir hanımefendi idi. Peygamber efendimizden önce vefat ettiği için naklettiği hadis-i şerif yoktur.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Reyhane, Medine’de bulunan yahudîlerin Benî Kureyza kabilesindendir. İlk önceleri Hakem isimli biri ile evlenmişti. Adi Reyhane binti Semun’dur. Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Bakî kabristanlığına defnedilmiştir.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/135.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-35780319039408032752008-01-05T01:46:00.001-08:002008-01-05T01:46:30.366-08:00HZ. MEYMUNE BİNTİ HÂRİS (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. MEYMUNE BİNTİ HÂRİS (r.anha) </b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune, Hz. Abbas’ın hanımı Ümm-i Fadl’ın kızkardeşi idi. İlk önce cahiliyye devrinde Mesud bin Amr ile evlenmişti. Ondan ayrılınca, Ebû Rühüm bin Abdiluzza ile nikâhlandı. Bu da vefat edince dul kaldı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz, Hicretin yedinci senesi Hayber’in fethinden sonra, Zilkade ayında, umre niyeti ile yola çıktı. Cuhfe’de bulunduğu sırada Hz. Abbas ile buluşunca, Hz. Abbas, “Ya Resulallah! Meymune binti Hâris dul kaldı. Onu kendine hanımlığa alsan olmaz mı” diye teklifte bulundu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Ebu Rafi ile ensardan bir zatı Mekke’ye dünürlüğe gönderdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune, Resulullahın kendisine dünür olduğu haberini deve üzerinde iken alınca, dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Deve de, üzerindeki de Resulullahındır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimizin teklifini severek kabul etti. Bu işin gereğinin yapılmasını da ablası Ümm-i Fadl’a, o da kocası Hz. Abbas’a bıraktı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böylece Hz. Abbas, Hz. Meymune’nin nikâhlanmasında vekil oldu. Resulullah efendimiz Mekke’de umreyi tamamladıktan sonra, Medine’ye dönerlerken Şerif mevkiine gelince, Hz. Abbas, dörtyüz dirhem mehir ile Hz. Meymune’yi Resulullaha nikâhladı. Burada düğün merasimi de yapıldı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune, Resulullahın nikâhı ile şereflenen, son hanımı oldu. Peygamberimiz bundan sonra bir daha evlenmedi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune çok hayır yapar, ibadette bulunurdu. Dinî emir ve yasaklara da son derece dikkat ederdi. Hz. Aişe onun hakkında buyurmuştur ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Meymune bizim hepimizden fazla Allahü teâlâdan korkan ve sıla-i rahmi, yani yakın akrabaları gözeten bir hanım idi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune bazan borç alır ve hayır işlerine harcardı. Bir ara çok borçlanmıştı. Bunu nasıl ödeyeceğini sordukları zaman dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Resulullah efendimizden işittim. Buyurdu ki: “Herkes iyi niyetle borçlanırsa, Allahü teâlâ onun borcunu öder.” </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune 671 senesinde Mekke’de hastalandığında dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü Resulullah efendimiz, benim Mekke’nin dışında vefat edeceğimi haber verdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Kendisini çıkardıkları zaman, Resulullaha nikâhı yapılmış olduğu yerde vefat etti. Cenaze namazını yeğeni Hz. Abdullah bin Abbas kıldırdı. Cenazesi kaldırılacağı zaman Hz. Abdullah şöyle dedi: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Bu Resulullahın hanımıdır. Cenazeyi fazla sallamayın ve edeple yola devam edin.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune, Resulullahın son nikâhı olduğu gibi, hanımlarının da en son vefat edeni idi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Kendisinden 46 hadis-i şerif veya başka bir rivayete göre 76 hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan 7 tanesi Buhârî ve Müslimde, diğerleri de çeşitli hadis ve fıkıh kitaplarında vardır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Meymune’nin ismi daha önce "Berre" iken, Resulullah efendimiz değiştirerek “Meymune” yaptı.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/134.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-81673881300037118842008-01-05T01:45:00.003-08:002008-01-05T01:45:46.862-08:00HZ. HAFSA (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. HAFSA (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><dl><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hazret-i Hafsa radıyallahu anhâ Hz. Ömer (r.a)’in kızı... Bilgili ve kültürlü, irâdesi kuvvetli, sadakat sahibi bir islâm hanımefendisi... O devirde okuma-yazma bilen pek ender, kültürlü kadınlardan... Üçüncü hicri yılda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin aileleri arasına katılarak mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden bahtiyarlardan...</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> O, Mekke’de Peygamberlik gelmezden (Bi’set’ten) beş sene önce doğdu. Babası, islâm tarihinde adâletiyle ün salan, ikinci halife Hz. Ömer (r.a)dir. Annesi Zeynep, Osman İbni Maz’ûn (r.a)’ın kız kardeşidir. Babası ile birlikte Mekke’de müslüman oldu. Ashab’tan Huneys İbni Huzâfe (r.a) ile evlendi. ilk müslümanların safında yer alan bu bahtiyar karı-koca birlikte önce Habeşistan’a, daha sonra Medine’ye hicret etti.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> Huneys (r.a), Abdullah İbni Huzâfe (r.a)’ın kardeşidir. Bedir ve Uhud gazvelerine iştirak etmiştir. Her iki gazvede de kahramanca çarpıştı. Uhud savaşında ciddi şekilde yaralandı. Medine’ye dönüldüğünde şehadet şerbetini içti. Hazreti Hafsa (r.anhâ) genç yaşta dul kaldı.Hz. Ömer (r.a) kızının dul olarak kalmasına gönlü râzı değildi. Biran önce onu evlendirmeliydi. O devirde iddetini tamamlayan kadınların fazla beklemeden evlenmesi daha uygun görülüyordu. Bir baba olarak Hz. Ömer (r.a) da kızının iyi bir kimse ile evlenmesini arzu ediyordu. Bunun için düşündü, taşındı ve onu Hz. Osman (r.a)’a nikâhlamaya karar verdi. Hz. Osman da o sırada dul kalmıştı. Hanımı Peygamberimiz’in kızı Rukiyye (r.anhâ) vefat etmişti. Rahatlıkla teklif yapılabilirdi. Vakit kaybetmeden Osman’a gitti. Kızı Hafsa’yı nikâhlıyabileceğini söyledi. Bu konudaki görüşmeleri Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ bizzat babasından şöyle nakletmektedir : Osman İbni Affan’a gittim. Onu hüzünlü gördüm. Üzüntüsünü gidermek ve teselli etmek için ona Hafsa’dan bahsettim. İstersen Hafsa’yı sana nikâhlıyayım dedim. Osman birden cevap veremedi. Hemen evet diyemedi. Biraz düşünmek için zaman istedi ve Hele bir düşüneyim dedi. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra karşılaştığımızda, şimdilik evlenemiyeceğim diye özür diledi.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> Hz. Ömer aynı teklifi Hz. Ebûbekir (r.a)’a yapmayı düşündü. Onunla karşılaştığında:<br /> istersen sana kızım Hafsa’yı nikahlıyayım dedi. Hz. Ebûbekir de sustu. Ağzını açıp da bir söz söylemedi. Hiçbir cevap vermedi. Bu sebeple ona, Osman’a gücendiğinden daha fazla kızdı.<br /> Hz. Ömer (r.a) iki samimi arkadaşından müsbet bir cevap alamayınca canı sıkıldı, içerledi. Üzüntülü bir şekilde Rasûlullah (s.a)’in huzuruna girdi ve şöyle dedi: Yâ Rasûlallah! Ben Osman’a şaşıyorum. Hafsa’yı ona nikâhlamak istedim de yanaşmadı.<br /> Ebûbekir de öyle...<br /> İki Cihan Güneşi Efendimiz Ömer’e tebessüm ederek: Yâ Ömer! Hafsa, Osman’dan, Osman da Hafsa’dan daha hayırlı birisiyle evlenecektir. buyurdu.<br /> Hz. Ömer büsbütün merak içerisinde kalmıştı. Osman’dan daha hayırlı damât kim olabilirdi? Merak içerisinde aradan yine birkaç gün geçti. Nebiyy-i Ekrem (s.a) Efendimiz Hafsa’ya tâlib oldu. Hz. Ömer (r.a)’a: Sen kızın Hafsa’yı bana nikâhlarsın. Ben de kızım Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikâhlarım, buyurdu.<br /> Hz. Ömer bu müjdeye çok sevindi. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu haberle Hafsa’yı kendisine Allah’ın nikâhladığını anlatmak istiyordu. Bunun üzerine kısa zamanda düğün hazırlıkları tamamlandı. Hicretin üçüncü yılında şaban ayı içerisinde Hz. Hafsa, Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizle nikâhlanarak mü’minlerin annesi olma şerefine erdi.<br /> Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz bu nâzikâne teşebbüsü ile üç büyük sahâbîsi arasındaki dostluğu, kardeşliği, din bağını hısımlıkla, akrabalıkla daha da kuvvetlendirmiş oldu. Âişe’yi nikahlayarak Hz. Ebûbekir (r.a)’i Hafsa’yı nikahlayarak da Hz. Ömer (r.a)’i taltif etti. Onları kendine kayınpeder, kızlarını da mü’minlerin anneleri olma bahtiyarlığına kavuşturdu.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> Hz. Ebûbekir (r.a) kendine teklifte bulunan Hz. Ömer’e müsbet-menfi bir cevap veremediği için üzülüyordu. Fakat başka çaresi de yoktu. Çünki bir sırrı muhafaza etmesi gerekiyordu. Hz. Hafsa ile Fahr-i Kâinat (s.a)’in evleneceğini biliyordu. Bunu söylemek emanete hıyanet olacaktı. Bu sebepten sükût etti. Nikâh kıyıldıktan sonra Hz. Ömer (r.a)’a gelerek özür diledi ve durumu şöyle izah etti:<br /> Hafsa’yla evlenmemi istediğin, benim de sana cevap vermediğim zaman herhalde bana gücenmişsindir. dedi. Hz. Ömer de: Evet diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebûbekir (r.a) şunları söyledi:<br /> Bana bu konuyu açtığında sana bir cevap vermeyişimin sebebi, Rasûlullah (s.a)’in Hafsa ile evlenmekten söz etmesidir. Elbette onun sırrını ifşâ edemezdim, şayet Nebiyy-i Muhterem, Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, elbette onunla evlenirdim diyerek onu teselli etti.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> Ne nezâket!.. Ne edeb!.. Ne sır saklayıcılık!.. İşte islâm edebi!... Emanet bir sır... Sükût bir hazinedir... Emanete riâyet ve sükûtu ihtiyar etmek ise insanın emniyeti ve süsüdür...<br /> Hz. Hafsa (r.anhâ), Rasûlullah (s.a)’ın evine Sevde ve Aişe (r.anhümâ) annelerimiz varken gelin olarak geldi. O, İki Cihan Güneşi Efendimizin saâdethânelerine geldiğinde yirmi yaşlarındaydı. Sevde (r.anhâ) annemiz Âişe (r.anhâ) gibi onu da büyük bir gönül rahatlığı içinde karşıladı. Her ikisine de hizmet etti. Hafsa (r.anha) da gençti. Bilgili ve onurluydu. Özü sözü birdi, iradesi kuvvetliydi. Hâne-i seâdette iki genç annemiz olmuştu, ikisi de Efendimize hizmet etme yarısında gayretlerini esirgemiyorlardı. Son derece nâzik davranıyorlardı. Sevgi ve hürmette kusur etmemeye çalışıyorlardı. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz de iki aziz arkadaşlarının kızları olmaları sebebiyle gücünün yettiğince onlara müsâmaha ile davranıyordu. Kadınlık zaafiyetlerini, gençliklerini göz önüne alarak daha merhametli, daha şefkatli muâmele ediyordu. Fakat beşer olarak sıkıntılı zamanlar da geçiriyordu, şöyle ki: Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Zeynep binti Cahş (r.anhâ) annemizin evinde bal şerbeti içmişti. Biraz da yanında fazla kalmıştı. Bu durum iki genç annemizin dikkatlerini çekti ve aralarında anlaşarak. Efendimizin yanına vardıkları zaman kendisinden megâfir kokusu geldiğini söylediler. Efendimiz megâfir yemediğini, bal şerbeti, içtiğini söyledi ve : Demek ki balı yapan arı megâfir yalamış diyerek bir daha bal şerbeti içmemeğe yemin etti.<br /> Bunun üzerine Allah Teâlâ Tahrim sûresini nâzil buyurdu. Meâli şöyledir:<br /> Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz bir ara hanımlarından ayrılarak uzlete çekilmişti. Genç ailelerini eğitmek istiyordu. Ashab arasında bu durum, Rasûlullah hanımlarını boşadı, diye yayıldı. Hz. Ömer (r.a) bu haberi işitince doğruca Efendimizin odasına yöneldi. Kızı Hafsa’nın bir hatası olabileceğini düşünerek Efendimiz’den içeri girmeye izin istedi ve huzura girerek Efendimizin gönlünü rahatlatacak şu sözleri söyledi : Ya Rasûlallah! Kadınlardan dolayı ne kadar sıkıntı çekiyorsun, şayet onları boşarsan Allah da melekleri de seninle beraberdir. Ben de, Ebûbekir de, mü’minler de seninle beraberiz... dedi.<br /> İki Cihan Güneşi Efendimiz tebessüm etti. Gül yüzünden nurlar saçıldı. Ömer’in kalbine huzur verecek ve mü’minleri sevindirecek şu cevabı verdi. Hanımlarını boşamadığını, sadece uzlete çekildiğini söyledi. Hz. Ömer mescide geldi ve durumu müslümanlara izah etti.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> Hz. Hafsa (r.anhâ) yaratılış icâbı biraz celâlli idi. Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz onu şöyle tavsif ediyor: Hafsa tam manasıyla babasının kızıdır. Kuvvetli bir iradesi vardır. Özü sözü birdir.<br /> Birgün Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz Hafsa annemizin yanında Hudeybiye’de biat eden ashabını anarak: inşaallah, Hudeybiye’de biat eden ashâbım Cehenneme girmez, buyurdu. Hafsa (r.anhâ) da : içinizden oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. (Meryem sûresi; 71) âyetini okuyarak hatırlatmada bulundu. Efendimiz de ona: Sonra, biz Allah’tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız. (Meryem sûresi; 72) ayetini okuyarak cevap verdi.<br /> Hz. Hafsa (r.anhâ) annemiz ibadete düşkündü. Çok namaz kılar, çokca nâfile oruç tutardı. Onun hayatı da diğer annelerimiz gibi fakirlik içinde geçti. Yatak olarak kullandığı bir şiltesi vardı. Yazın onu altına sererdi. Kışın da bir tarafını altına serip, bir tarafını da üzerine örterdi. Çoğu zaman yemek için ekmek bulamazdı. Buna rağmen şikâyetçi olmadı. Hep haline şükretti.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> O, Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize son derece sadakat ve muhabbetle bağlıydı. Kendisine hediye edilen şeyleri yemez içmez, Resûlullah’a ikram ederdi. Onu daima nefsine tercih ederdi. Bir defasında kendisine bir tulum bal hediye etmişlerdi. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz odasına uğradığında ondan şerbet yapar ve ikram ederdi.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hafsa (r.anha) Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizin dâr-ı bekâya irtihalinden sonra da önemli hizmetlerde bulundu. Hz. Ebûbekir (r.a) devrinde Kur’ân âyetleri bir araya toplanarak Mushaf haline getirilmişti. Bu tek nüsha idi. Hz. Ebûbekir (r.a)in nezdinde kalıyordu. Vefatından sonra Hz. Ömer (r.a)’in nezaretine verildi. Hz. Ömer (r.a) da yaralanıp şehid olacağı zaman kızı Hz. Hafsa (r.anhâ) annemize teslim etti. O da itina ile muhafaza etti. Hz. Osman (r.a) devrinde bu nüshadan çoğaltıldı.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b><br /> Hz. Hafsa (r.anhâ) vâlidemiz 60’a yakın hadis-i şerif rivayet etti. Bir tanesi şudur. Rasûlullah (s.a) yatağına girdiğinde sağ elini başının altına koyar şöyle duâ ederdi: Yâ Rabbi! Kullarını dirilttiğin gün beni azabından koru. Bunu üç defa tekrar ederdi.</b></span></dt><dt><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hicretin 45. yılında Hz. Muaviye’nin halifeliği döneminde altmış yaşında iken vefat eden Hz. Hafsa (r.anhâ) annemiz’in cenâze namazını Medine valisi Mervan İbni Hakem kıldırdı. Cennet-i Bakî’a’da mü‘minlerin annelerinin yanına; ebedî istirahatgâhına tevdi edildi. Cenab-ı hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.</b></span></dt></dl> </td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/133.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-25380853146635628942008-01-05T01:45:00.001-08:002008-01-05T01:45:30.167-08:00HZ. CÜVEYRİYYE BİNTİ HARİS (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. CÜVEYRİYYE BİNTİ HARİS (r.anha) </b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Cüveyriyye, benî Mustalak kabilesi reisi Hâris bin Dırar’ın kızıdır. Hicretin beşinci yılında yapılan Benî Mustalak (veya Müreysî) savaşında esir alınmış, babası da kaçmıştı. Kabilesinden de 600 kişi esir düşmüştü. Esirlerin arasında bulunan Cüveyriyye’yi kurtarmak için, babası Hâris, bir sürü deve getirdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bunların içinde çok iyi cins olan iki deveyi kıyamayıp, şehir dışında sakladı. Hâris, Resul-i ekremin huzuruna geldiğinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Falan yerde sakladığın iki deveyi de getir!</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hâris, bu duruma çok şaşırıp dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Şehadet ederim ki, Allahtan başka tapılacak, kulluk edilecek hak bir mâbud, ilâh yoktur ve sen Onun elçisisin. Allahü teâlâya yemin ederim ki, Allahtan başka kimsenin bundan haberi yok idi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böylece iki oğlu ve kabilesinden birçok insanla beraber müslüman oldu. Resulullah efendimiz develeri alıp, Hâris’e kızını geri verdi. Babası, ağabeyleri ve kabilesinden birçok insandan sonra, Cüveyriyye de müslüman oldu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Müslüman olan Cüveyriyye’yi Resulullah efendimiz babasından isteyip, kendilerine nikâhladılar ve 400 dirhem mehir takdir ettiler.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Eshab-ı kiram, Resulullahın Hz. Cüveyriyye’yi nikâhladığını duyunca, dediler ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Biz Resulullahın ailesinin, annemizin akrabalarını, hizmetçi, köle olarak kullanmaktan haya ederiz.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu hâl yüzlerce esirin azat olmasına, serbest bırakılmasına vesile oldu. Hz. Cüveyriyye bu hâli söyleyerek her zaman övünürdü. Bu ciheti takdir eden Hz. Aişe demiştir ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ben Cüveyriyye kadar kavmine hayrı dokunan kadın görmedim.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Cüveyriyye, çok ibadet ederdi. Peygamber efendimiz onun yanına geldiklerinde, onu çok zikreder, kelime-i tevhid söyler bulurdu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Cüveyriyye şöyle anlatır: “Bir sabah ibadetle meşgul idim. Resulullah uğradığında, sübhânallah, sübhânallah diye zikir çekiyordum. Resulullah bir ara dışarı çıktı. Öğle üzeri tekrar geldiler ve yine ben aynı zikir ile meşgul idim. Buyurdular ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Sen hep böyle mi yaparsın?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Evet.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- İstersen sana birkaç kelime öğreteyim de, bu kelimeleri söyleyesin.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Şu duâyı öğretti ve üçer defa tekrarlamamı söyledi: Sübhânallahi adede halkıhi. Sübhânallahi zînete Arşihi. Sübhânallahi ridâ nefsihi. Sübhânallahi midâde kelimâtihi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Cüveyriyye 576 yılında Medine’de vefat etmiş, Bakî kabristanına defnedilmiştir.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/132.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-9543107850971693622008-01-05T01:44:00.002-08:002008-01-05T01:45:08.322-08:00HZ. ÂİŞE (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ÂİŞE (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Allah Resulü Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilk iman eden onun en sadık arkadaşı Hz. Ebu Bekr es-Sıddîk'ın kızı ve Hz. Peygamber'in zevcesi. Hicret'ten dokuz veya on sene önce Mekke-i Mükerreme'de doğdu. Annesi Ümmi Rûmân binti Âmir İbn Umeyr'dir. Hz. Âişe çok küçük yaşta müslüman olmuştur.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah, ilk zevcesi Hatîcetü'lKübrâ hayatta iken başka bir kadınla evlenmemişti. Onun vefatından sonra bir süre daha evlenmedi. Resulullah, Hatice (r.anha)'nin ölümüne çok üzüldü. Osman İbn Maz'un'un hanımı Havle binti Hakim, Resulullah'a gelerek Ebu Bekr es-Sıddîk'ın kızı Âişe ile evlenmesini teklif etti. Sonra da Resulullah adına Ebu Bekr'e giderek kızı Âişe'yi istedi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Âişe'nin Resulullah'a nikâhlanması Hicret'ten iki veya üç sene önce oldu. Kaynaklar, bu nikâhlanma sırasında Hz. Âişe'nin yaşının küçük olduğunu kaydetmektedir. Nikâhın kıyılmasından iki yıl kadar zaman geçtikten sonra zifâf vukû bulmuştur. Hz. Âişe'nin o zaman dokuz veya on bir yaşında olduğu rivayet edilmektedir. Bu rivayetleri bazı tarihçiler cerhetmekte ve Âişe validemizin evlendikleri zaman daha büyük olduğunu ileri sürmektedirler. Âişe validemizden rivayet edilen bir hadiste, Hz. Cebrâil Âişe'nin resmini ipek bir hırka içinde Resulullah'a getirmiş ve "Bu, senin dünya ve ahirette zevcendir." demişti. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bâkire olarak nikâhladıkları tek zevcesi vâlidemiz Hz. Âişe'dir. Resulullah onu çok severdi. Ona 'Hümeyra' lâkabını vermiş ve: "Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" buyurmuşlardır. Hazret-i Âişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahâbe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat meşgul oldu. Uhud gazâsında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım için Peygamber Efendimizin hep yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşriklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz. Âişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Resulullah buna müsaade etmemiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Âişe 14-15 yaşlarında iken Benu Mustalik (Müreysi') gazâsına Resulullah'la beraber katıldı. Gazâ dönüşü tuvalet için geride kalması yüzünden iftiraya uğradı; savaşa ganimet için katılan münafıklar Hz. Âişe'nin, gecikmesi sebebiyle, kâfilenin ardından yanında Ashabtan Safvan ile birlikte geldiğini görünce bunu kötü sözlerle ve çirkin bir şekilde yorumladılar. Yolda bu dedikodulara bazı müslümanlar da karışınca Hz. Âişe çok üzüldü; Medine'ye gelince hastalandı, iftira, dedikodu etrafa yayılmıştı. Ateşi yükselerek yatağa düştü. Bu arada kendisini fazla aramayan Rasûlullah'tan izin isteyerek babası Ebû Bekir'in evine gitti. Orada bir müddet kaldı; sabırla bekledi. Bu arada Rasûlullah diğer hanımlarına ve sahâbeden en yakınlarına Âişe'nin durumunun ne olabileceğini sordu. Hepsi de Hz. Âişe'nin temiz ve suçsuz olduğunu söylediler; "Peygamberini fenalıklardan koruyan Cenâb-ı Hak, size böyle bir şeyi revâ görmez, sabreyleyin" dediler.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Aradan bir ay gibi uzun bir zaman geçinceye kadar danışmalarını sabırla sürdüren Resulullah, sonunda Hz. Ebû Bekir'in evine uğradı. Hz. Âişe'yi, anne, babası ve sahâbeden bir hanımla ağlar buldu: "Ya Âişe, senin için bana şöyle şöyle söylediler. Eğer sen, dedikleri gibi değilsen; Allah'u Teâlâ yakında senin doğruluğunu tasdik eder. Eğer bir günah işlediysen, tövbe ve istiğfar eyle! Allah'u Teâlâ, günahına tövbe edenlerin tövbesini kabul eder. " buyurdular. Resulullah'ın mübarek sesini işitince ağlamayı kesen Hz. Âişe babasına bakıp cevap vermesini istedi. Hz. Ebû Bekir ve Âişe'nin annesi böyle söylentilere ve dedi-kodu yapanlara sadece şaşırdıklarını söylediler. Hz. Âişe ise: "Allah'u Teâlâ'ya yemin ederim ki kulağınıza gelen lâfların hepsi yalandır, iftiradır, Allah biliyor ki benim bir şeyden haberim yoktur. Yapmadığım bir şeye evet dediğimde kendime iftira etmiş olurum. Sabretmek iyidir. Onların söylediği şey için Allah'u Teâlâ'dan yardım bekliyorum." dedi. Günahsız olduğundan, kalbinin temizliği ile ve kendinden emin olarak bekledi .</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yüzünde vahiy alâmetleri belirdi. Hz. Ebû Bekir, Resulullah'ın başının altına bir yastık koyup üzerine çarsaf örterek beklediler. Vahiy tamamlanınca Resulullah terlemiş yüzünü örtünün altından kaldırarak: "Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allah'u Teâlâ seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şahit oldu." deyip Kur'an'daki Nûr Suresinden, o an nazil olunan 10 ayeti okudu. Hz. Ebû Bekir hemen kalkıp kızı Âişe'yi başından öptü, "Kalk, Resulullah'a teşekkür et." dedi. Kendisi için ayet ineceğini aklından geçirmeyen Âişe şaşkınlık içinde: "Hayır kalkmam baba vallahi kalkmam. Allah'u Teâlâ'dan başkasına şükretmem. Çünkü Rabbim beni Ayet-i Kerîme ile methetti." dedi. Ama, çok sevindi. iftirada bulunanlar zamanla hakîr ve zelîl oldular.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamberimiz (s.a.s.) 632 senesinde hastalanınca son gününü Hz. Âişe validemizin evinde geçirdi. Rebiü'levvel ayının onikinci pazartesi günü öğleden önce mübarek başı, Hz. Âişe validemizin göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etti. Resulullah'ın vefatından sonra Ashâb-ı Kirâm, Hz. Aişe validemize müminlerin annesi adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir. Hz. Âişe de, sahâbe içinde, kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Durum böyle endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Resulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti. Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanlar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu vak'ada Hz. Aişe'nin ictihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fikhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi. Küçük yaşlarda iken Âişe'nin eğitim ve öğretimiyle bizzat babası Hz. Ebû Bekir (r.a.) ilgilenmiştir. Bütün müminlerin annesi olan Âişe validemiz daha küçük yaşlarda iken okuma yazma öğrenmiş, zekâsı ve kabiliyeti ile etrafının dikkatini çekmiştir. Öğrendiklerini unutmaz, ezbere tekrar ederdi. Hafızası çok kuvvetli idi. Akıllı, zeki, âlime, edibe, iffet sahibi bir hanım idi. Pek çok konuları şiirle anlatan sanatkârca bir ifadeye sahipti. Ashâb, karakter ve hâfızasına güvendikleri ayet-i kerime ile övüldüğünü bildikleri için birçok meseleyi ondan sorar ve öğrenirlerdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Âişe vâlidemiz babası Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Osman'ın hilâfetleri zamanında Hz. Peygamber'den işittiklerini müslümanlara anlattı. Devamlı oruç tutar ve daima gece namazı kılardı. Hz. Âişe fıkıh ve ictihadda keskin, kuvvetli görüşe sahiptir. Fıkıh ilminin kurucularından sayılır. Devrinin üstün âlimlerinden ve Fukahâ-i Seb'adandır.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Âişe, güzel ahlâklı, merhamet dolu, cömert ve ibadete düşkün, çok zeki bir sahâbiydi. Hepsinin başında en mümtaz vasfı ise islâm'a ve ilme olan büyük hizmeti idi. Müslüman bilginler arasında yaygın bir rivayete göre fıkıh ve dinî ilimlerin dörtte birini Hz. Âişe nakletmiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ebû Mûsa el-Eş'ârî: "Bizler, müşkül bir mesele ile karşılaştığımızda gider Hz. Âişe'ye sorardık." demiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Abdurrahman b. Avf'ın oğlu Ebû Seleme: Resulullah'ın sünnetini Hz. Âişe'den daha iyi bilen; dinde derinleşmiş, Ayet-i Kerîme'lere bu derece vâkıf ve sebeb-i nüzulleri bilen, ferâiz ilminde mâhir bir kimseyi görmedim." demiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hakkında İmam Zührî: "Eğer zamanının bütün âlimlerinin ve peygamberimizin diğer zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Hz. Âişe'nin ilmi yine daha ağır basardı" derdi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Atâ b. Ebî Rebâh; "Hz. Âişe, ashâb içinde en çok fıkıh bilen, isabetli rey bakımından en ileri gelen bir kimse idi." demiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Tabiinden Mesruk; "Allah'a yemin ederim ki, Ashâb-ı Kirâm'ın ileri gelenlerden bir çoğu gelir Hz. Âişe'den Ferâiz'e ait sorular sorar ve öğrenirlerdi." demiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Âişe Peygamberimizden ikibinikiyüzon hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de Ashâb ve Tabiin'den bir çok kimse hadîs nakletmişlerdir. Sahih hadis kitapları Hz. Âişe'nin fetvaları ile doludur. Ahmet b. Hanbel Müsned adlı eserinde de Âişe'nin rivayet ettiği hadislerinden uzun uzun bahseder .</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Âişe'nin naklettiği hadislerden bazıları:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Ey Âişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidlerin derecesini bulur"</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Resul-i Ekrem (s.a.s.) 'in en ziyade hoşlandığı ibadet, devamlı olanı idi, az olsa bile."</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Sekir (sarhoşluk) veren her içki haramdır. "</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hazret-i Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Cebrâil hiç durmaz komşu hakkına hürmet olunmasını bana tavsiye ederdi. Hatta ben yakında komşuyu mirasçı kılacak sandım. "</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/131.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-7538710153051848292008-01-05T01:44:00.001-08:002008-01-05T01:44:46.751-08:00HZ. HATİCE (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. HATİCE (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s)'in temiz, iffetli ve yüce ahlâk sahibi olan hanımlarının ilki.</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O, Arapların en asil kavmi olan Kureyş kavminden ve Kureyş kavminin de, en asil, pak ailelerinden idi. Babası Huveylid, annesi Fâtıma'dır (İbn İshak, es-Sîre, Nesr. Muhammed Hamidullah, s. 60).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hatice'nin baba tarafından soyu Kusay'da Peygamberimizin baba tarafından soyu ile birleştiği gibi, annesi tarafından da soyu yine Peygamberimizin baba tarafından dedesi olan Lüey'de bileşmektedir (M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Mekke Devri, 96).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hatice, ticaretle uğraşan zengin, haysiyetli, şerefli bir kadındı. Ücretle tuttuğu adamlarla Şam'a ticaret kervanları düzenlerdi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğru sözlü, güzel ahlâklı ve son derece kendisine güvenilen bir insan olduğunu öğrenince, O'na ticaret ortaklığı önerdi. Hz. Muhammed (s.a.s) Hz. Hatice'nin bu teklifini kabul etti. Hz. Hatice O'nun başkanlığında bir ticaret kervanını Şam'a gönderdi. Aynı zamanda kölesi Meysere'yi de O'nunla beraber gönderdi. Meysere, yolculuk sırasında Hz. Muhammed (s.a.s.)'de harikulade hallere şâhid oldu. Gittikleri yerde, Peygamberimiz (s.a.s.) satacaklarını sattı ve alacaklarını da aldı. Ondan sonra geri döndüler. Hz. Hatice bu ticaret kervanından çok memnun oldu. Daha önce gönderdiği ticaret kervanlarına nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında Meysere'yi de dinleyince, O'na olan itimadı ve sevgisi daha da arttı. O'na anlaştıkları ücretten fazlasını verdi ve Hz. Muhammed (s.a.s)'e evlenme teklifinde bulundu (İbn Ishak, a.g.e., 59).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu amcası Ebu Talib'e anlattı. Ebu Talib Hz. Hatice'yi Hz. Muhammed (s.a.s.) için istedi. İki aile anlaştı. Düğünleri o zamanın örf ve adetlerine göre, Hz. Hatice'nin evinde yapıldı. Düğünde Ebû Talib ve Hz. Hatice'nin amcası Amr b. Esed birer konuşma yaptılar. İkisi de konuşmalarında hikmetli ifadelerde bulundular ve evlenecekler hakkında güzel şeyler söylediler. Ondan sonra misafirlere ikram yapıldı, yemekler yenildi. Ebû Talib nikâhlarını kıydı. Mehir olarak 500 dirhem altın tesbit edildi (İbn, Sa'd Tabakat, VIII, 9).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O zaman, rivâyetlerin ekseriyetine göre, Hz. Muhammed (s.a.s.) 25 ve Hz. Hatice 40 yaşında idiler. Aralarında 15 yaş fark vardı (İbn Hacer, el-İsâbe, 539). Bazı rivâyetlerde bu yaş farkının daha az olduğu kayıtlıdır.</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Rasûlullah (s.a.s.)'ın evlendiği ilk kadın, Huveylid'in kızı Hatice'dir. Hz. Hatice ilk olarak Atik b. Aziz'le evlendi, ondan bir kızı oldu. Onun ölümünden sonra, Temimoğullarından Ebû Hale ile evlendi. Ondan da bir oğlu ve bir kızı oldu. Onun da ölümünde sonra, Rasûlullah (s.a.s.) ile evlendi (İbn İshak, a.g.e., 229).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hatice'nin Rasûlullah (s.a.s.)'den Fâtıma, Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rûkiyye adında dört kızı, Kâsım ve Abdullah adında da iki oğlu dünyaya geldi. Kelbî'nin rivâyet ettiğine göre, önce Zeynep, sonra Kâsım, sonra Ümmü Gülsüm, daha sonra Fâtıma, ondan sonra Rûkiyye ve en sonunda Abdullah dünyaya geldi. Ali b. Aziz el-Cürcânî de, Kâsım'ın Zeynep'ten daha önce doğduğunu nakletmiştir (İbn el-Esir, Usdü'l-Gâbe, I, 434).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hatice(r.anha), Rasûlullah (s.a.s.)'e, Peygamberliğinden evvel son derece saygı gösterip onu mutlu ettiği gibi, Peygamberliği döneminde de, ona ilk inanan, onunla beraber namaz kılıp ona ilk cemaat olan kişi vasfını kazandı. Daima Hz. Muhammed (s.a.s.)'e destek oldu, ona moral verdi, son derece güzel davranış ve sözleri ile, onun başarılarına katkıda bulunmaya çalıştı.</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hatice, Rasûlullah (s.a.s.)'e (Allah kendisini Peygamberlikle şereflendirdiği zaman) teskin etmek için; "ey amca oğlu, beni melek geldiği zaman haberdar edebilir misin?" diye sordu. Resûlullah (s.a.s.); "evet" cevabını verdi. Bir gün Hatice'nin yanında iken, ona Cibril geldi ve; "Ey Hatice! İşte bu Cibril'dir, bana geldi" dedi. Hatice "Şu anda onu görüyor musun?" diye sordu. "Evet" karşılığını verdi. Hatice bu kez sağ tarafına oturmasını söyledi. Rasûlullah (s.a.s.) Hatice'nin sağ tarafına oturdu. Hz. Hatice; "Şimdi görüyor musun" sorusunu tekrarladı. Rasûlullah (s.a.s.) yine olumlu cevap verince, Hz. Hatice örtüsünü çıkarıp attı. O sırada Rasûlullah (s.a.s.)in hâlâ kucağında oturuyordu. "Onu, şimdi görüyor musun?" diye tekrar sordu. Rasûlullah (s.a.s.) bu kez "hayır" cevabını verince, Hz. Hatice; "Bu şeytan değil; bu kesinlikle melek, ey amca oğlu! Sebat et, seni müjdelerim" dedi (İbn İshâk, a.g.e., 114).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hatice(r.anha), Allah'ın selâmına ve Rasûlullah (s.a.s.)'in övgüsüne nâil olacak derecede faziletli ve şerefli bir kadındı. O, imanda, sabırda, iffette, güzel ahlâkta, kısacası her yönü ile örnek olan bir anneydi. Rasûlullah (s.a.s.); "hristiyan kadınlarının en hayırlısı İmrân'ın kızı Meryem, müslüman kadınlarının en hayırlısı ise, Hüveylid'in kızı Hatice'dir" buyurdu. Bu konudaki diğer bir hadisinin meali şöyledir: " Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır. İmran'ın kızı Meryem; Firavun'un karısı Asiye, Hüveylid'in kızı Hatice ve Muhammed (s.a.s.)'in kızı Fâtıma" (İbn İshak, a.g.e. s. 228).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bir gün Cebrâil (a.s.) Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek şöyle buyurdu: "Hatice'ye Allah'ın selâmlarını söyle." Rasûlullah (s.a.s.): "Ya Hatice, bu Cebrâil'dir, sana Allah'tan selam getirdi" deyince, Hz. Hatice, Allah'ın selamını büyük bir memnuniyetle kabul etti ve Cebrâil'e de iadei selâmda bulundu (İbn Hişâm, es-Sîre,, I, 257).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Allah'ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün anneler için en güzel örneği teşkil eden Hz. Hatice (r.a.), nübüvvetin onuncu yılında, Ramazan ayında vefât etti ve Mekke'deki Hacun kabristanına defnedildi (M. Asım Köksal, a.g.e. s. 302).</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/130.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-51633291732052360832008-01-05T01:43:00.004-08:002008-01-05T01:44:26.795-08:00HZ.ÜMM-İ ÜMARE NESİBE HATUN (r.anha)HZ.ÜMM-İ ÜMARE NESİBE HATUN (r.anha)<br /><br />Ümm-i Ümare, Uhud gazasına, kocası Zeyd bin Asım, oğulları Habib ve Abdullah ile birlikte katılarak, secaat ve kahramanlıklar gösterdi. Gazilere su dağıtmak ve yaralarını sarmak vazifesiyle katıldığı savaşın en şiddetli bir anında, Resulullah efendimize saldıran bir müşriki atından aşağı düşürüp öldürdü.<br /><br />Ok, kılıç ve kalkan kullanarak düşmana saldırırken kendisi de birkaç yerinden yaralandı. Yaralı hâliyle kocasını ve oğullarını savaşa teşvik etti. Düşman, Resulullah efendimize hangi istikametten saldırırsa, hemen kocası ve oğullarıyla oradan müdafaa ederlerdi.<br /><br />Ümm-i Ümare der ki: “Gündüzün başlangıcında Uhud’a vardım. Halk ne yapıyor bir bakayım dedim. Yanımda bir kirba ve içinde su vardı. Resulullahın yanına kadar gittim. Kendisi, o sırada Eshabı arasında bulunuyordu. Bu zamanda müslümanlar savaş üstünlüğünü devam ettiriyorlardı.<br /><br />Müslümanlar dağılmaya başlayınca, Resulullahın yanına vardım. Çarpışmaya koyuldum. Kılıçla, okla müşrikleri Resulullahtan uzaklaştırmaya çalıştım. Bu arada da yaralandım. Resulullahın yanında on kişi kalmamıştı. Ben, oğullarım ve kocam, Resulullahın önünde çarpışıyor, müşrikleri ondan uzaklaştırıyorduk.<br /><br />Bir ara Resulullah efendimiz, benim yanımda kalkan bulunmadığını gördü. Yanında kalkan bulunanlardan birisine buyurdu ki:<br /><br />- Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışana bırak!<br /><br />O kimse kalkanını Resulullaha verdi. Ben de Resulullah efendimizden alıp, onunla korundum.<br /><br />Bize ne yaptılarsa, müşrik süvarileri yaptılar. Atlı bir adam gelip, bana vurdu. Kalkanımla korundum. Ben de onun atının ayaklarına kılıç çaldım. At arkaüstü yıkılınca, Peygamber efendimiz oğlum Abdullah’a şöyle buyurdu:<br /><br />- Ey Ümm-i Ümare’nin oğlu! Annene, annene yardım et!”<br /><br />Ümm-i Ümare’nin oğlu Abdullah ibni Zeyd anlatır:<br /><br />“Uhud günü sol kolumdan yaralanmıştım. Beni, hurma ağacı gibi upuzun bir adam vurmuştu. Resulullah efendimiz; “Yaranı sar” buyurdu. Anam yanıma geldi. Yaraları sarmak için yanında bulunan hazır bezlerle yaramı sardı.<br /><br />Bu sırada Resulullah efendimiz bana bakıyordu. Annem, yaramı sardıktan sonra, bana dedi ki:<br /><br />- Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpış!<br /><br />Resulullah efendimiz de buyurdular ki:<br /><br />- Ey Ümm-i Ümare! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes katlanabilir, dayanabilir mi?<br /><br />Beni yaralayan müşrik o sırada oradan geçiyordu. Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki:<br /><br />- İşte, oğluna vuran adam!<br /><br />Annem, hemen onun önüne geçip, bacağına vurup çökertti. Bunun üzerine, Resulullahın, mübarek dişleri görünecek kadar gülümsediğini gördüm. Sonra buyurdu ki:<br /><br />- Allaha hamd olsun ki, seni düşmanına muzaffer kılıp, gözünü aydın etti. Öcünü almayı sana gözünle gösterdi.”<br /><br />Peygamber efendimiz, Uhud savaşında Ümm-i Ümare’nin oğlu Abdullah’a buyurdu ki:<br /><br />- Ey Ümm-i Ümare’nin oğlu!<br /><br />Hz. Abdullah, “Buyur ya Resulallah” deyince, ona, taş atmasını buyurdu.<br /><br />Hz. Abdullah, önünde gitmekte olan atlı müşrike bir taş attı. Taş, atın gözüne değince, at ürktü ve at da, atlı da yere yıkıldı. Hz. Abdullah taşa tutup, o müşriki yaraladı.<br /><br />Ümm-i Ümare, Uhud’da oğlu yaralanınca, oğlunun yarasını ve diğer sahabilerin yaralarını sarıyor, susuz olanlara su dağıtıyordu. Daha sonra, eline bir kılıç alarak çarpışmaya başladı.<br /><br />İbni Kamia kâfiri, Resulullahı öldürmeye yemin etmişti. Resulullahı gördü. Resulullaha hücum edince, Ümm-i Ümare atının önüne geçti. Atını durdurup İbni Kamia’ya saldırdı. O müşrikin üzerinde zırh olduğu için darbeleri pek tesir etmedi. Zırh olmasaydı, o da öldürülen diğer müşriklerin yanına gidecekti.<br /><br />Sonunda o müşrikin şiddetli bir hücumu ile boynundan ağır yaralandı. Resulullah efendimiz onun için buyurmuştur ki:<br /><br />- Uhud günü ne tarafıma baktıysam, hep Ümm-i Ümare, hep Ümm-i Ümare’yi gördüm.<br /><br />Nesibe Hatun, bu savaşta oniki-onüç yerinden yaralanmıştı. Bunlardan en ağırı, İbni Kamia’nın, boynunda açtığı yaraydı. Resulullah efendimiz, oğlu Abdullah’a bu yarayı sarmasını emrettiler. Sonra buyurdular ki:<br /><br />- Ev halkınızı Allahü teâlâ mübarek kılsın. Senin annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allahü teâlâ sizin ev halkınıza rahmet etsin!<br /><br />Bir sene tedavi gördükten sonra bu yara iyileşti.<br /><br />Müseylemet-ül Kezzab, yalancı peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkınca, Ümm-i Ümare’nin oğlu Habib, Amman’dan Medine’ye gelirken esir düştü. Müseyleme, kendisinin peygamberliğini kabul etmesini istedi. Habib onu tasdik etmeyince, tek tek uzuvları kesilerek şehit edildi.<br /><br />Bunu işiten Ümm-i Ümare Müseyleme’nin ölümünü göstermesi için Allahü teâlâya duâ etti. Yaşı altmışın üzerinde olmasına rağmen, oğlu Abdullah’la beraber Yemame savaşına iştirak etti. Savaşın şiddetli bir anında, müslümanların dağılmaya başlamaları üzerine, kılıcını çekerek düşmana hücum etti. Oniki yerinden yara aldı. Müseyleme’yi de yaraladı.<br /><br />Ümm-i Ümare’nin oğlu Abdullah’ın da bulunduğu, bir grup müslümanın önünden atla kaçmaya çalışan Müseylemet-ül Kezzab, Hz. Vahşi tarafından mızrakla vurularak öldürüldü.<br /><br />Ümm-i Ümare bu savaşta kolunun birini kaybetti. İslâm ordusunun kumandanı Halid bin Velid, kendisiyle yakından alâkadar oldu. Yaralarını sardırdı. Böylece Müseyleme’nin ölüşünü görmüş oldu.<br /><br />Bir gün Nesibe Hatun, Peygamberimize dedi ki:<br /><br />- Ya Resulallah, Allahü teâlâya duâ et de cennette sana komşu olalım. Peygamber efendimiz de, “Allahım! Bunları, cennette bana komşu ve arkadaş et” diye duâ etti. Bunun üzerine Ümm-i Ümare dedi ki:<br /><br />- Bu bana kâfidir. Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin, hiç ehemmiyeti yok.<br /><br />Birgün Resulullah efendimiz Ümm-i Ümare’nin evine teşrif ettiler. Ümm-i Ümare de yemek ikram etti. Resulullah efendimiz "Sen de ye" buyurdular. O da oruçlu olduğunu arz etti. Bunun üzerine Resulullah efendimiz buyurdu ki:<br /><br />- Bir oruçlunun yanında yemek yenildiği zaman, sofra kalkıncaya kadar, melekler oruçluya duâ ederler.<br /><br />Hz. Ebu Bekir de hilafeti zamanında, kendisini evinde ziyaret eder, hâlini, hatırını sorardı. Hz. Ömer zamanında, bir savaşta elde edilen ganimetler içinde kıymetli kumaşlar da vardı. Bunların en kıymetlisi olan altın sırmalı bir elbise, Hz. Ömer’e isabet etti.<br /><br />Herkes gelinine veya hanımı Hz. Ali’nin kızı Ümm-i Gülsüm’e verecek diye beklerken, Hz. Ömer, “Bu elbiseye Ümm-i Ümare herkesten daha layıktır” buyurdu ve arkasından ilave etti:<br /><br />- Resulullah efendimizin, “Savaşta ne tarafa baktımsa, hep Ümm-i Ümare, hep Ümm-i Ümare’yi gördüm” buyurduğunu işittim.<br /><br />Bunları söyledikten sonra elbiseyi Ümm-i Ümare’ye gönderdi.<br /><br />Ümm-i Ümare Uhud’dan başka, Hudeybiye, Hayber Umret-ül kaza, Huneyn ve Yemame gazalarına da katıldı. Biat-i Rıdvan’da hazır bulunmakla şereflendiler. Oğulları Habib ve Abdullah da, Peygamber efendimizin bütün gazalarına iştirak ettiler.<br /><br />Ümm-i Ümare, ensarın Hazrec kabilesinden olup, Medine’nin ileri gelen ailelerindendir. Mazin bin Neccar’in evladındandır. Annesi, Rebab binti Abdullah’tır. Tahminen miladî 573 yılında doğdu. İkinci Akabe biatında bulunarak, zevciyle birlikte müslüman olmakla şereflendi.<br /><br />Akabe’de, kocası Zeyd biat ettikten sonra, Peygamberimize gelerek dedi ki:<br /><br />- Ya Resulallah! Ümm-i Ümare ve Ümm-i Müney adlı iki kadın da bizimle birlikte biat için gelmişlerdir.<br /><br />Bunun üzerine Resulullah efendimiz, “Hangi şartlarda sizden biat aldımsa, onlardan da aynı şartlarda biat aldım. Ellerini tutup müsafeha zarureti yoktur" buyurdular ve kadınların elini tutmadılar.<br /><br />Ümm-i Ümare’nin ilk kocası ensardan Zeyd bin Asım’dır. Zeyd’den Abdullah ve Habib isminde iki oğlu vardı. Her iki oğlu da Bedir savaşına katıldı. Diğer gazaların hepsine birlikte iştirak ettiler.<br /><br />Hz. Zeyd’in vefatından sonra Ümm-i Ümare, Guzeyye İbni Amr’la evlendi. Bu zattan da oğlu Temim ve kızı Havle dünyaya geldi. Ümm-i Ümare’nin ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Ancak Medine’de vefat etmiş, Bakî kabristanına defnedilmiştir.<br /><br />Ümm-i Ümare’den, Abbad ibni Temim, Hâris ibni Abdullah ibni Kâb, İkrime ve Leyla hadis rivayet etmişlerdir.<br />1KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-88543250532001195212008-01-05T01:43:00.003-08:002008-01-05T01:43:42.808-08:00HZ. ÜMM-İ ŞERİK (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ÜMM-İ ŞERİK (r.anha) </b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Devs’de müslüman olan Ümm-i Şerik, kendisiyle birlikte hicret edecek bir arkadaş bulamamıştı. Medine’ye giden bir yahudî ailesine katıldı. Yolculuk esnasında suyu tükendi. Yahudî ailenin yanında su vardı. Fakat yahudî, Ümm-i Şerik’e, dininden dönmedikçe su vermeyeceğini söyledi. Hanımını da, “Ona su verirsen fena yaparım” diye tehdit etti.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hava çok sıcaktı. Güneş âdeta kavuruyordu. Bu şartlarda susuz olarak yolculuk yapmak, Ümm-i Şerik’i iyice hâlsiz düşürmüştü. Zorlukla yürüyor, zorlukla konuşabiliyordu. Bu durum yahudîyi ümitlendiriyor, Ümm-i Şerik’in biraz sonra dininden döneceğini zannediyordu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Fakat Ümm-i Şerik imanın tadını almıştı bir kere. Dünyayı ahirete hiçbir zaman tercih etmeyecek kadar kuvvetli bir imana sahipti. Cenab-ı Hakkın mutlaka bir yerden yardım göndereceğine de inancı sonsuzdu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Nitekim geceleyin Allaha olan teslimiyetinin peşin mükâfatını gördü. Herkesin uyuduğu bir sırada, göğsünün üzerine bir miktar suyun konduğunu hissetti. Aldı ve içti. Suya kanmıştı. Biraz sonra yol arkadaşlarını uyandırmak için seslendi. Yahudî onun sesini işitince dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ben su içmiş birinin sesini duyuyorum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Yahudî şaşırmıştı. Hanımını sıkıştırdı. Kızdı, bağırdı. Ümm-i Şerik, suyu hanımının vermediğini söyledi. Cenab-ı Hakkın lütfuna mazhar olduğunu bildirdi. Yahudî, inanmıştı. Gördüğü bu keramet karşısında kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böylece Ümm-i Şerik, hem dininde sebat etmiş, hem de kendisini yahudî olmaya zorlayan birinin müslüman olmasına sebep olmuştu. Ayrıca cenab-ı Hakkın ihsanını kazanmıştı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Şerik’in bir yağ tulumu vardı. Onunla Resulullah efendimize yağ hediye ederdi. Birgün çocukları ondan yağ istediler. Ümm-i Şerik başka yağı olmadığı için kalkıp tuluma baktı. Tulumdan yağ damlıyordu. Onlara bir miktar yağ çıkardı. Çocuklar bu yağdan bir müddet yediler.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bir müddet sonra bir daha yağ istediler. Bu sefer tulumu ters çevirip boşalttı. Böylece yağ bitti. Ümm-i Şerik durumu Resulullah efendimize arz etti. Resulullah efendimiz ona buyurdu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Yağı boşalttın mı? Şayet ters çevirip boşaltmasaydın uzun zaman sana yetecekti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Şerik, bu yağ tulumunu isteyenlere emanet olarak da verirdi. İçinde yağ yokken bir gün tulumu şişirip kuruması için asmıştı. Daha sonra baktığında tulumun içinin yağla dolu olduğunu görmüştü. Allahü teâlânın bu ikramından dolayı hamdetmişti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullaha iman etmiş ve bu uğurda birçok sıkıntıya katlanmış bahtiyar kadınlardan biri olan Ümm-i Şerik’in asıl adı Gaziyye idi. Devsoğullarındandır. Bütün sıkıntılara rağmen inancında sebat eden, Allaha teslimiyet ve tevekkülden ayrılmayan bu mübarek kadın, birkaç defa cenab-ı Hakkın lütuf ve ikramına nail olmuştu. Hayatı hakkında başka bir bilgi kaynaklarda geçmemektedir.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/128.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-76818719982553069382008-01-05T01:43:00.001-08:002008-01-05T01:43:23.010-08:00HZ. ÜMM-İ HİRAM (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ÜMM-İ HİRAM (r.anha) </b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hiram, Enes bin Malik’in teyzesidir. Resulullahın da teyzeleri tarafından akrabasıdır. Cahiliyye devrinde Amr bin Kays ile evlendi. İman ile şereflenip, müslüman oldu. Kocası iman etmeyince, ayrıldılar. Ondan Kays ve Abdullah adında iki oğlu oldu. Müslüman olduktan sonra, ensarın büyüklerinden Ubade bin Samit ile evlendi. Bundan da Muhammed adında bir oğlu oldu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hiram’in Medine-i Münevveredeki evini, Resulullah efendimiz sık sık ziyaret ederdi. Ümm-i Hiram da bundan çok memnun olur ve çok ikramda bulunup, hizmet etmekle şereflenirdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Yine Resulullah efendimiz evine teşrif etmiş ve istirahat için evinde uyumuştu. Bir müddet sonra Peygamber efendimiz gülümseyerek uyandılar. Bunun üzerine Ümm-i Hiram sordu: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ya Resulallah! Niçin güldünüz?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ey Ümm-i Hiram! Ümmetimden bir kısmını gemilere binmiş hâlde, kâfirlerle gazaya giderlerken gördüm.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ya Resulallah! Duâ et, ben de onlardan olayım!</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamberimiz de onun bu arzusunu geri çevirmeyip, kabul etti ve şöyle duâ buyurdular: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle!</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz tekrar uyuyup, yine gülümseyerek uyandılar. Tekrar gülme sebebini sorunca, buyurdular ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Bu defa da, ümmetimden bir kısmının, padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir kalabalık hâlinde gazaya gittiklerini gördüm.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hiram bu sefer de dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ya Resulallah! Duâ et, ben de bir gazi olarak onların arasında bulunayım.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu sefer Peygamberimiz buyurdu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Hayır, sen öncekilerdensin.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böylece onun deniz seferinde bulunacağını önceden haber vermiş oldu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hiram, Resulullah efendimizin vefatından sonra, kocası Ubade bin Samit Şam’a gönderilen ilmî heyet içinde olduğundan, Humus’a yerleştiler.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Halife Hz. Osman’in izniyle, 647 yılında Hz. Muaviye, Kıbrıs adasındaki insanların da saadete kavuşmaları, cehennemden kurtulmaları için bir deniz seferi düzenledi. Bu sefer, müslümanların ilk denız savaşıydı. Bu sefere gönüllü seçilen kimseler arasında eshab-ı kiramın ileri gelenleri de vardı. Bunlar arasında Hz. Ebu Zer, Hz. Ebüdderda, Hz. Ubade bin Samit ve hanımı Ümm-i Hiram da vardı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Muaviye, bu orduya Hz. Abdullah İbni Kays’ı kumandan tayin etti. Deniz yoluyla yolculuk başladı. Hz. Ümm-i Hiram, seksenaltı yaşında olmasına rağmen, bu zahmetli yolculuğa katlanıyor, oradaki insanlara İslâmiyeti bildireceklerini, onların da kurtuluşa, saadete kavuşacaklarını düşünerek, teselli buluyordu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İslâmiyeti yaymak uğrunda şehit olmak, Ümm-i Hiram’ın en büyük arzusuydu. Çünkü şehitler hakkında Peygamber efendimiz buyurmuştu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>(Şehitleri yıkamayınız! Çünkü kıyamet gününde her yere miskü anber gibi koku saçacaklardır.) </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>(Şehidin kul borcundan başka bütün günahlarını Allahü teâlâ affeder.)</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>(Şehitler cennetteki nimetleri görünce, “Keşke, Allahın bize neler ikram ettiğini, kardeşlerimiz de bilselerdi de cihaddan çekinmeseler, çarpışmaktan korkup düşmandan yüz çevirmeselerdi” derler.) </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu müjdelerin yanında birkaç günlük zahmetin hiç kıymeti olmadığını, en iyi Peygamberimizin arkadaşları biliyordu. Çektikleri eziyet ve sıkıntılar, bunu çok güzel anlatıyordu. Ümm-i Hiram da, bu arzu ve istekle, yaşının çok ileri olmasına rağmen ordunun içindeydi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Mısır’dan gelen İslâm askerleri de, kendileriyle birleşince, Kıbrıs Rumlarına, müslüman olmalarını, yoksa cizye vermelerini, bunu da kabul etmezlerse savaş yapacaklarını bildirdiler. Kıbrıslılar teslim olmayacaklarını bildirince, şiddetli çarpışma oldu. Kıbrıs Rum donanması İstanbul’a kaçtı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Ümm-i Hiram, çok yaşlı olmasına rağmen, yerinde duramıyor, bir an önce neticeye varmak istiyordu. Genç askerler, Hz. Ümm-i Hiram’ın bu hâline şaşıyorlar, ona bakarak gayrete geliyorlardı. Rumların donanması kaçınca, savaş sahilde devam etmeye başladı. İslâm askerleri, bir çıkarma hereketiyle iç kısımlara daldılar. Askerlerle çıkarmaya katılan Hz. Ümm-i Hiram, Larnaka yakınlarında atının ayağının sürçmesiyle düşerek, çok özlediği şehitliğe kavuştu. İslâm askerlerinin karşısında tutunamayan Rumlar eman dilediler. Barış teklif edip, cizye vermeyi kabul ettiler.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Ümm-i Hiram’in kabri Kıbrıs’ta Larnaka şehrinin Tuz Gölü kıyısındadır. Osmanlılar Kıbrıs adasını 1570 senesinde fethedince, kabrini imar ettiler. Hala Sultan deyip, kabri üzerine türbe, yanına tekke ve cami yaptırdılar. Böylece Ümm-i Hiram Resulullahın haber verdiği gibi, deniz yoluyla sefere katılıp şehit olmuştu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hiram âlemlere rahmet olarak yaratılan, iki cihan sultanı Peygamber efendimizin akrabası, eshab-ı kiramdan ve şehit olması gibi pek çok üstünlükler sahibidir. Fazilet ve kemâli çoktur. Resulullah efendimize hizmet edip, hürmet gördü.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Kabrinden dahî yüzyıllardır feyz ve bereket saçmaktadır. Osmanlılar zamanında ve sonrasında, gemiler, Hala Sultan türbesi istikametinden geçerken, toplarını çevirirler ve mübarek makamı ziyaret maksadı ile selamlarlardı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hiram’in tam ismi bilinmemektedir. Babası Milhan bin Halid, annesi Mülkiyye binti Malik’tir. Hazrec kabilesinin Benî Neccar koluna mensuptur.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/127.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-68401190295805574582008-01-05T01:42:00.004-08:002008-01-05T01:43:04.135-08:00HZ. ÜMM-İ HÂNİ (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><b><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;">HZ. ÜMM-İ HÂNİ (r.anha)</span><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ff0000;"> </span></b></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz hicretten bir yıl önce Tâif’e gidip, Tâif halkına bir ay nasîhat edip, onları îman etmeye dâvet etmişti. Tâif halkından hiç kimsenin îman etmemesi ve işkence yapmaları üzerine Mekke’ye dönmüştü.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Çok üzgündü ve her taraf düşman doluydu. Bir gece Mekke’de Ümm-i Hânî’nin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hânî, o zaman îman etmemişti. Peygamber efendimiz kapısını çaldı. İçeriden Ümm-i Hânî’nin sesi duyuldu: </b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Kimdir o?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Amcanın oğlu Muhammed’im, kabûl edersen, misâfir geldim.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misâfire can fedâ olsun. Yalnız, tesrif edeceğinizi önceden bildirseydiniz bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hânî, Resûlullahı içeri alıp, bir hasır, bir leğen, ibrik verdi. Gelen misâfire ikrâm etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli vazife sayılırdı. Bir evdeki misâfire zarar gelmesi, ev sahibi için büyük yüzkarası olurdu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hânî düşündü ki; “Amcasının oğlunun Mekke’de düşmanları çok, hatta öldürmek isteyenler var. Şerefimi korumak için, sabaha kadar onu gözeteyim” dedi. Babasının kılıcını alıp, evin etrafinda dolaşmaya başladı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resûlullah efendimiz, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, yalvarmaya, af dilemeye, kulların îmana gelmesi, saadete kavuşmaları için duâya başladı. Çok yorgun, aç ve üzüntülüydü. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Sonra Cebrâil aleyhisselâm gelip, ayağının altından öperek uyandırdı. Bundan sonra Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem uyanıkken ruh ve bedeniyle Mîrâca çıkarıldı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ertesi sabah Peygamber efendimiz Ümm-i Hânî’ye, gece mîrâca çıktığını anlattı. Ümm-i Hânî dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ey amcamın oğlu! Sakın bunu Kureyşlilere söyleme! Onlar seni yalanlarlar ve seni üzerler.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz buyurdu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Vallahi ben bunu onlara söyleyeceğim.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hânî, kocası Hübeyre bin Ebî Vehb’in müşrik olması sebebiyle, hicret sırasında îman etmemiş olarak Mekke’de kalmıştı. Bu durum Mekke’nin fethine kadar devam etti. Mekke’nin fethedildiği gün, kocası Necrân’a kaçtı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Hânî ise Kureyş kadınlarından on kişilik bir grupla Peygamberimizin yanına gelip, Müslüman oldu. Vefât tarihi kesin olarak bilinmemekte olup, Hz. Ali’den sonra vefât ettiği rivâyet edilmiştir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ebû Tâlib’in kızı ve Hz. Ali’nin kızkardeşi olan Ümm-i Hânî’nin asıl adı Fakite idi.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script>KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-63386126291669861242008-01-05T01:42:00.003-08:002008-01-05T01:42:48.119-08:00HZ. ÜMM-İ EYMEN (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><b><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;">HZ. ÜMM-İ EYMEN (r.anha)</span><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ff0000;"> </span></b></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz, doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybetmişti. Hem yetim, hem de öksüz olarak büyüdü. Fakat birçok kadın, bir anne şefkatiyle o yüce Peygamberi bağrına bastı. Ona annesizlik acısını hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterdiler.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İşte bu kadınlardan birisi de Ümm-i Eymen’di. Peygamberimizin ehl-i beytten saydığı ve "Annemden sonra annem" diyerek iltifat ettiği bu büyük İslâm kadınının asıl ismi, Bereke binti Salebe idi. Uzun yıllardan beri Abdülmuttaliboğullarının hizmetlerini görüyordu. Peygamber efendimizin babası Abdullah’ın vefatından sonra da, aynı evde kaldı. Artık, hem Peygamberimizin annesi Amine’nin, hem de Peygamberimizin yardımcısıydı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz altı yaşına geldiğinde, Hz. Amine, yanına Ümm-i Eymen’i de alarak Medine’ye gitti. Niyeti hem oradaki akrabalarını, hem de kocası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmekti. Bir ay Medine’de kaldılar.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen Medine’deki bir hatırasını şöyle anlatır: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>“Birgün yahudî âlimlerinden ikisi yanıma gelerek dediler ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Bize Ahmed’i göster!</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ben de Resulullah efendimizi dışarı çıkardım. İyice incelediler ve dediler ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Bu çocuk, ahir zaman peygamberi olacaktır. Burası da onun hicret edeceği yerdir. Bu memlekette büyük savaşlar olacaktır.” </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen onların bu konuşmalarından sonra çok korkmuştu. Sevgili Peygamberimize bir zarar vermelerinden endişe duyuyordu. </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Herhangi bir tehlikeye karşı onu korumak için, Peygamberimizin yanından ayrılmamaya gayret gösteriyordu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Nihayet Mekke’ye hareket günü gelmişti. Ümm-i Eymen buna çok sevindi. Artık yahudîlerin Resulullaha bir zarar veremeyeceklerini düşünüp rahatladı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu üç kişilik kafile Medine’den ayrıldılar. Mekke’ye doğru yola koyuldular. Neşeli bir şekilde yollarına devam ediyorlardı. Fakat biraz sonra beklemedikleri birşey oldu. Ebva denilen yerde, Hz. Amine birdenbire rahatsızlandı. Hz. Amine bu hastalıktan kurtulamayıp vefat edeceğini anlamıştı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Başucunda duran Peygamberimizin yüzüne baktı. Bir rüyasını hatırlayarak şöyle dedi: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Şayet rüyada gördüklerim doğruysa, sen celal ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından, Âdemoğullarına helal ve haramı bildirmek üzere, Peygamberliğin bildirilecektir. Sen, teslimiyeti, ceddin İbrahim’in dinini yerleştireceksin. Cenab-ı Hak seni devam edegelen putlardan, putperestlikten koruyacaktır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bundan sonra şu şiiri söyledi:<br /> Her yaşayan ölür, eskir her yeni,<br /> Her yaşlanan elbet, oluyor fani.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ben de öleceğim, birgün elbette,<br /> Lâkin kalacaktır, adım dillerde.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Çünkü senin gibi, hayırlı evlat,<br /> Bıraktım geriye, ne büyük nimet.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Amine, Ebva denilen yerde hastalığının artması üzerine, ciğerparesini Ümm-i Eymen’e emanet etti. Ona iyi bakması ricasında bulundu. Çok geçmeden de ruhunu teslim etti. O sırada otuz yaşında bulunuyordu. Peygamberimiz böylece, altı yaşında iken öksüz kalıyordu. </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Cenab-ı Hak sevgili Resulüne, küçük yaşından beri her türlü acıyı tattırıyor ve onu kemâle erdiriyordu ki, ümmetine tam örnek olabilsin. Ona iman edenler, Peygamberlerinin çektiği sıkıntıyı hatırlayarak teselli bulsunlar, karşılaştıkları musibetlere sabretsinler.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen’in sırtına, artık ağır bir yük yüklenmişti. Ağlamak, hıçkırmak istiyor, fakat Peygamberimizin üzüleceğini düşünerek vazgeçiyordu. Kendini toparladı. Bundan sonra ona, annesinin yokluğunu hissettirmeyecekti. Bunun için de elinden gelen fedakârlığı göstermeye çalışacaktı. Öz evladıymış gibi mübarek yavruyu bağrına bastı. Sonra da onu şöyle teselli etti: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Üzülme, ağlama! İlâhî kadere karşı boynumuz kıldan incedir. Can da Onun, mal da. Hepsi bize emanet. O, emaneti nasıl vermişse, öyle alır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Sevgili Peygamberimizin gözü yaşlıydı. Artık hem yetim, hem de öksüz kalmıştı. Babasının yüzünü hiç görmemişti. Bundan sonra annesinin de yüzünü göremeyecekti. Gözyaşları arasında dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ben de biliyorum. Onun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Fakat kendisini toparlamakta gecikmedi. Annesine karşı son vazifesini yerine getirmek istiyordu. Yaşından beklenmeyen bir olgunluk içerisinde dadısına şöyle dedi: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Haydi! O, emaneti sahibine teslim etti. Biz de onun nâşını toprağa teslim edelim de, rahat etsin. </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Biraz sonra annelerin en şereflisini, en bahtiyarını birlikte defnettiler. Artık Resulullahı Mekke’ye götürme vazifesi Ümm-i Eymen’e kalmıştı. Peygamberimizi deveye bindirdi. Birlikte yola çıktılar. Beş günlük meşakkatli bir yolculuktan sonra Mekke’ye ulaştılar. </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen gözyaşları arasında Peygamberimizi, dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti. Fakat gerek dedesinin yanında bulunduğu sıralarda, gerekse onun vefatından sonra amcası Ebu Talib’in himayesinde iken, Peygamberimizin hizmetinde bulunmaktan geri durmadı. Bunu kendisi için büyük bir şeref saydı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Aradan yıllar geçti. Peygamberimiz, kendisini bir anne şefkatiyle bağrına basan, ancak bir annenin yapabileceği kadar fedakârlık gösteren sevgili dadısını unutmamıştı. Ona her türlü maddî yardımda bulunuyor, bir evladın annesine duyabileceği saygı kadar hürmet gösteriyordu. Bu arada sevgili dadısının bir yuva kurmasını temin etti. Onu Ubeyd bin Zeyd ile evlendirdi. Bu evlilikten Eymen adlı bir oğlu oldu. Ve Ümm-i Eymen diye tanındı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz Mekkelileri İslâmiyete davete başlayınca, çocukluğundan beri, Onun mühim bir şahsiyet olacağını tahmin eden Ümm-i Eymen, hemen iman etti. Çünkü gerek doğumunda, gerekse doğumundan sonra birçok harika hâllerine şahit olmuştu. Bunun için tereddütsüz iman ederek Resulullahı sevindirdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>O devirde müslüman olmak, akıl almaz işkenceleri peşinen kabul etmek demekti. Ümm-i Eymen de bu acı işkencelerden hissesini aldı. Fakat imanından zerre kadar taviz vermedi. Çünkü bu yolda ölmeyi büyük bir şeref sayıyordu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İşkenceler tahammül edilemeyecek bir duruma geldiğinde, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etti. Böylece iki hicret sevabı birden aldı. Ümm-i Eymen Mekke’de olduğu gibi Medine’de de Resulullahı bir an olsun yalnız bırakmadı. Hizmetinden geri durmadı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen tevekkül sahibi bir hanımdı. En zor durumlarda bile cenab-ı Haktan ümidini kesmez, Ondan yardım beklerdi. Bu teslim ve tevekkülünün mükâfatını hemen görürdü.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hicret ederken, Revha yakınlarında gecelemişti. Çok susamıştı. Yanında bir damla dahî su yoktu. Hiç telaşlanmadı. Çünkü kullarına karşı son derece merhametli olan Rabbinin, gördüğüne ve yardım edeceğine inancı sonsuzdu. Susuz ve bîtap düşmeyeceğinden emindi. Nitekim cenab-ı Hakkın yardımı gelmekte gecikmedi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Gökten beyaz bir urgana bağlanarak sarkıtılmış bir kova gördü. Cenab-ı Hakka hamd ve şükür ederek kalktı, kovanın yanına gitti. İçi tamamiyle, berrak ve buz gibi su ile doluydu. Kana kana içti. Tamamen susuzluğu geçti ve rahatladı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu vakayı nakleden Ümm-i Eymen şöyle der: “Artık bundan sonra bir daha hiç susamadım.” </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen çok cesur idi. Bazı savaşlara katılmıştı. Hatta birkaç kadınla birlikte Uhud’da yaralıları tedavi etti. Mücahidlere su dağıttı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen, Peygamberimizi çok severdi. Hayatını Peygamberimize feda edebilecek bir imana sahipti. Resulullahı devamlı sevinçli görmek ister, onun üzülmesine hiç tahammül edemezdi. Resulullahla birlikte sevinir, onunla birlikte üzülürdü.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Birgün Peygamberimiz hasta bir çocuğu kucağına almıştı. Çocuk hastalığın tesiriyle inliyordu. Peygamberimiz şefkatinden ağladı. Resulullahın ağladığını gören Ümm-i Eymen de ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz niçin ağladıklarını sordular. Ümm-i Eymen de, Ona olan sevgisini şöyle ifade etti: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Resulullah efendimiz ağlarken, ben nasıl olur da ağlamam?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen, oğlu Eymen’in Huneyn gazvesinde şehit olması üzerine çok sabır gösterdi. Şehit annesi olmaktan büyük bir memnuniyet duydu. Bunun gibi her türlü sıkıntılara büyük bir tevekkülle sabretti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen, kocası Ubeyd bin Zeyd ile mesut bir hayat yaşıyordu. Kocası Ubeyd’in vefatından sonra, Peygamber efendimiz, kendisine annelik yapan, imanı uğrunda her türlü yokluk, çile ve ızdıraplara göğüs geren, hatta bunun için işkencelere maruz kalan fedakâr dadısını tek başına bırakmadı. Birgün eshabına hitaben buyurdu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümm-i Eymen’le evlensin.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böylece onun Cennetlik bir kadın olduğuna işaret ediyordu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen Resulullahın kendisi hakkında bu sözünü duyunca, sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Öyle ya! Bir müslüman için, bundan daha büyük bir saadet düşünülebilir miydi?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullahın davetine ilk icabet eden, evlatlığı Zeyd bin Hârise oldu. Hz. Zeyd, genç bir sahabîydi. Ümm-i Eymen gibi yaşlı bir kadın ile evlenmeye, sırf Allahın Resulünü memnun edebilmek için talip olmuştu. Peygamberimizin rızasını dünyevî lezzete tercih etti. Bundan sonra Resulullah efendimiz bu büyük sahabîsi ile dadısını nikâhladı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Babası gibi büyük bir sahabî olan, İslâm kumandanlarından Üsâme bin Zeyd, bu evlilikten dünyaya geldi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen’in, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Bazan latifede bulunarak onun gönlünü alırdı. Fakat Peygamber efendimiz latife yaparken bile doğru söyler, hakikati ifade buyururdu. Muhatabını incitmeden sevindirir, neşelendirirdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen bir defasında Resulullahın huzuruna girerek, “Bana bir binek temin ediniz” diye ricada bulundu. Resulullah efendimiz buyurdu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen Resulullahın nüktesini anlamadı. Bu sebeple dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ey Allahın Resulü, yavrunun beni taşımaya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki...</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamberimiz sözünü tekrarlayarak buyurdu ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Seni, ancak dişi bir devenin yavrusuna bindireceğim.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böylece yüce Peygamberimiz şaka yaparken dahî hakikati beyan ediyordu. Her deve, dişi bir deveden doğması sebebiyle dişi devenin yavrusu değil miydi?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ümm-i Eymen Peygamberimizin vefatında, yanında bulundu. Gözyaşlarını tutamıyordu. Kendisine dediler ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Niçin bu kadar ağlıyorsun?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ben Resulullahtan ayrılacağımızı biliyordum. Bunun için ağlamıyorum. Ben vahyin kesilmesine ağlıyorum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu büyük İslâm kadınına Peygamberimizden sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de layık olduğu hürmeti gösterdiler. Çünkü, Resulullahın değer verdiği kimseler, sahabîlerin yanında da kıymetliydi. Bu sebeple zaman zaman ziyaretine giderler, varsa ihtiyaçlarını görürlerdi. O da duâ ederdi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Yaşı bir hayli ilerleyen Ümm-i Eymen Hz. Osman’ın halifeliğinin ilk yıllarında vefat etti.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/125.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-79000385793611585792008-01-05T01:42:00.001-08:002008-01-05T01:42:29.944-08:00HZ. SAFİYYE BİNTİ ABDÜLMUTTALİB (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><b><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;">HZ. SAFİYYE BİNTİ ABDÜLMUTTALİB (r.anha)</span><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ff0000;"> </span></b></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimizin halası olan Hz. Safiyye, oğlu Zübeyr ile birlikte müslüman oldu. Oğlu Zübeyr ile birlikte hicret etti. Peygamber efendimize eziyet eden, kardeşi Ebu Leheb’e dedi ki:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ey kardeşim! Kardeşimin oğlunu ve Onun dinini yardımsız, hor, hakîr bırakmak, sana yakışır mı? Vallahi bugün yaşayan bilginler, Abdülmuttalib’in soyundan bir Peygamberin çıkacağını bildiriyorlar. İşte, o peygamber, budur!</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böyle söyleyerek Ebu Leheb’i de islâma davet etmiş, fakat o kabul etmemiştir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye’nin annesi Hâle ile Resul-i ekremin annesi Amine Hatun kardeş idiler. Bu suretle, Peygamberimiz ile, hem ana, hem de baba tarafindan çok yakın akraba olurlardı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye gazaların çoğuna iştirak etmişti. Gayet cesur idi. Uhud gazasına kati şöyle olmuştu: Resul-i ekrem efendimiz, Uhud savaşına gittikleri zaman, kadınlar da Hz. Hassan bin Sabit’in köşkünde bulunuyorlardı. Erkek olarak sadece Hassan vardı. O da yaşlı ve zayıf idi. Yahudîler bunu fırsat bilip saldırmak istiyorlardı. İçlerinden birisi köşkün dibine kadar sokulup, olup bitenleri dinlemek istedi. Hz. Safiyye bunu gördü ve bağırdı: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Hassan, şu yahudînin yanına in, onu öldür!</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hassan dedi ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ben onunla savaşacak hâlde olsaydım, şimdi herhalde Resulullahın yanında olurdum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Hassan, hastalık geçirdiginden kılıç sallayamıyordu. Hz. Safiyye bunun üzerine, bir çadır direğini kaptı ve aşağı indi. Yahudînin kaçmaması için kapıyı yavaş yavaş araladı. Birden çadır direğini yahudînin başına indirdi. Yahudî, yediği darbe sonucu bir daha kalkamadı ve öldü.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bundan sonra Safiyye eline bir kılıç alarak Uhud’un yolunu tuttu. Elindeki kılıcı ile önüne gelene saldırıyor, bir yandan da müslümanları harbe teşvik ederek, “Siz nasıl insanlarsınız, Resulullahı bırakıp da nereye gideceksiniz” diyordu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber efendimiz onun vaziyetini görünce, oğlu Hz Zübeyr’i çağırdı ve buyurdu ki:</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Annen Safiyye, kardeşi Hamza’nın cesedini görmesin. Çünkü cesedin durumu çok kötü idi. Kardeşinin cesedini böyle görse, herhalde aklını kaçırır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Zübeyr de bu emir üzerine annesinin yanına sokularak dedi ki:</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Anneciğim, Resulullah efendimiz senin geri çekilmeni buyuruyor.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Nasıl? Geri mi dönecekmişim? Kardeşimin cesedinin nasıl olduğunu biliyorum. Bunun intikamını alacağım. Allahü teâlâ bilir ki, ben böyle yapılmasından hiç hoşlanmam. Fakat sabredeceğim. Ama bir gün bunların karşılığını da göreceğim.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Zübeyr, durumu Resulullaha arz etti. Resulullah efendimiz de halasının metanetini duyunca, cesedin yanına gelmesine izin verdi. Cesedin parça parça olduğunu gördü. Kendisine hakim oldu. Yalnız “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Ellerini açıp duâ etti ve oradan ayrıldı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye Hendek gazvesinde de Hassan bin Sabit’in köşkünde, içeriyi dinlemek isteyen bir yahudîyi öldürmüştür.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Böylece Hz. Safiyye, gerek Uhud’da, gerekse Hendek savaşında birer düşman öldürmesiyle, eshabın takdirine mazhar olmuştur.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye, Hz. Ömer halife iken, 640 yılında, 73 yaşında iken vefat etti. Bakî kabristanında Mugire bin Sube’nin kabri yanına defnedildi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye disiplinli bir anneydi. Bazen oğlu Zübeyr’e sert davrandığı olurdu. “Niçin böyle yapıyorsun” diyenlere şöyle cevap vermişti:</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ben onun iyi yetişmesi için böyle yapıyorum. Çünkü o, ileride orduları idare edecektir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Gerçekten de Hz. Zübeyr büyük bir İslâm fedaisi oldu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye cahiliyye devrinde Hâris bin Harb ile evlenmişti. Hâris’ten bir oğlu oldu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hâris öldükten sonra Hz. Zübeyr’in babası Avvam bin Hüveylid ile evlendi. Bundan da üç çocuğu oldu. Bunlar Hz. Zübeyr, Saib ve Abdülkâbe’dir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye, cesaret ve secaati ile nesillere örnek olacak şekildeydi. Gayet fasih ve beliğ mersiyeler yazardı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Safiyye, Arap edebiyatında, şiir ve mersiye söylemekte çok ileri idi. Hamasî şiirleri de meşhurdu. Bir tanesinde şöyle demiştir:</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Benden Kureyş’e haber salın ve deyin ki: “Ne hakla bize tahakküm etmeye kalkarsınız?</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bizim büyüklüğümüz sizden eksik mi? Şunu iyi biliyorsunuz ki; bizim eski bir şerefimiz ve önce gelme hakkımız vardır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bizim için zulüm ateşi yakılmamıştır. Verdiğimiz sözü bozduğumuzun alameti hiç belirtilmemiştir. Bütün hayır ve fazilet bizdedir.” Babası Abdülmuttalib’in vefatında, Hz. Hamza’nın şehit edildiğinde ve Resul-i ekremin vefatlarında yazdıkları mersiyeler meşhurdur.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resullullah efendimizin vefatındaki mersiyesinde demiştir ki:<br /> Ya Resulallah! Sen bizim ümidimizdin,<br /> Sen bize hep iyilik edenimizdin.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Sen, değildin hiç, haksızlık edenlerden,<br /> Sen, şefkat sahibi ve yol gösterenlerden.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ve dahî anlatılmayan ilim deryası,<br /> Bugün ağlayanların, senin içindir feryadı.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Senin yoluna hep ecdadım feda olsun!<br /> Malım, canım, bütün varlığım feda olsun!</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ah! Şimdi aramızda sağ olsaydınız,<br /> Ne kadar mesrur olurduk kalsaydınız.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hak teâlânın hükmü bu, ya sabır diyoruz,<br /> Bilmem ki ne yapsak, hep figan ediyoruz.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Allahın selamı, sana olsun ya Resulallah!<br /> Adın Cennetine girip kalasın ya Resulallah!</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/124.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-47556172271694169602008-01-05T01:41:00.004-08:002008-01-05T01:42:11.865-08:00HZ. FÂTİMA BİNTİ ESED (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. FÂTİMA BİNTİ ESED (r.anha) </b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Fâtima binti Esed, İslâmın başlangıcında Müslüman olmuştur. Resulullah efendimiz, İslâmiyeti, önceleri açıktan açığa bildirmedi. Üç yıl bir gizlilik devresi geçti. Tedrici, yani yavaş yavaş bir yol takip ediliyordu.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Üç sene sonra, nihayet İslâmiyeti açıktan bildirme zamanı gelmişti. Nereden ve kimden başlanacağı Resul-i ekreme vahiy ile bildirildi. Allahü teâlâ Suara suresinin 214. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyurmaktadır: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>(Ey Resulüm, sen, önce en yakın akraba ve hısımlarını Allahın dinine davet ederek, ahiret azabı ile korkut!) </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz, akrabalarını bir araya topladıktan sonra, onlara şu konuşmayı yaptı: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Hamd ancak Allahü teâlâya mahsustur. O’na hamdederim. Ancak O’ndan yardım isterim. Yalnız O’na inanır, O’na güvenirim. Ben gözümle görmüş gibi bilir ve size de şunu bildiririm ki; Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. O birdir, eşi ve ortağı yoktur. Sizi O’ndan başka ilah olmayan, Allahü teâlâya iman etmeye davet ediyorum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ben O’nun bütün insanlara gönderdiği, son Peygamberiyim. Vallahi siz, uykuya daldığınız gibi öleceksiniz. Uykudan uyandığınız gibi de diriltilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında ceza göreceksiniz. Bu da ya devamlı Cennette veya devamlı Cehennemde kalmaktır. İnsanları ahiret azabıyla korkuttuğum ilk kimseler, sizlersiniz.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ey Abdülmuttaliboğulları! Ben size çok üstün ve kıymetli, dünya ve âhiretiniz için faydalı şeyler getirdim. Araplar içerisinde kavmine bundan daha hayırlısını getiren bir kimse bilmiyorum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ben sizi, dile kolay, hafif ve mizanda ağır gelecek iki kelimeye davet ediyorum. O da, “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh” [Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin O’nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim] demenizdir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz akrabalarına bu konuşmaları yapınca, birçoğu Müslüman oldu. Hz. Fâtıma binti Esed de bunlar arasında idi. Kendisinden önce veya daha sonra olmak üzere, Zevci Ebû Talib’in dışında, bütün çocukları da İslâmı kabul ettiler. Hatta Resûl-i Ekrem efendimiz, yakın akrabalarına konuşmalar yapıp, “O hâlde, hanginiz bu yolda bana tâbi olup, vezirim ve yardımcım olur?” buyurunca, henüz, 12-13 yaşlarında bulunan Hz. Ali hemen ayağa kalkmış, Resul-i Ekrem de ona, "Sen otur" buyurmuştu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz, bu suallerini üç defa tekrar etmişler, üçünde de hemen cevap Hz. Ali’den gelmişti. Hz. Ali bu suallere söyle cevap vermişti: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Ya Resulallah! Her ne kadar yaşça en küçük ben isem de, sana ben yardımcı olurum.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Ali’nin, daha oniki, onüç yaşlarında iken, Resulullah efendimize, hiç kimseden korkmadan, çekinmeden, bu yolun yolcusuyum, gönül vermişlerdenim manasındaki bu sözleri, Resul-i Ekrem efendimizi son derece sevindirdi. İşte Allahü teâlâ, Hz. Fatıma binti Esed’e böyle salih evlatlar vermişti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Fatıma binti Esed üstün bir ahlaka sahipti. Güzel ahlakı vardı. Yaşayışı mükemmel, Resul-i Ekrem efendimizin yanında itibarlı bir hanımefendi idi. Peygamberimizin sevgisine kavuşma bahtiyarlığına erişmişti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Resulullah efendimiz onu methetmişlerdi. Fatıma binti Esed, çocukluğundan beri Peygamberimize çok yakınlık göstermiş, Ondan hiçbir yardımı esirgememiştir. Resulullah efendimiz, Ebu Talib’den sonra, kendilerine en fazla yakınlık gösterenin Fatıma binti Esed oldugunu buyurmuşlardır. Hz. Fatıma binti Esed, Resul-i Ekremin bakımında çok titizlik göstermişti. Kendi çocukları dururken, önce Resulullahı doyururdu. Kendi çocuklarının temizliğinden önce, Onun mübarek başını tarar, mübarek saçlarını gül yağıyla yağlardı. Bu yüzden Resul-i Ekrem efendimiz, onun için, "O benim annemdi" buyurmuşlardı. Bu bildirilen sözün, iki cihanın Efendisinin mübarek ağzından çıkması, Fatıma binti Esed için büyük bir saadet idi.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zaman akıp gitmiş, Fatıma binti Esed’in ömrü de sona ermişti. Peygamberimiz, gömleğini sırtından çıkararak, Fatıma binti Esed’e kefen yaptırmıştı. Bilahare Peygamber efendimiz, Fatıma binti Esed’e Cennet elbiselerinin giydirilmesi için böyle yaptıklarını söylemişlerdir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Cenaze namazını da kıldırdıktan sonra buyurdular ki: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Allahü teâlânın emriyle, yetmiş bin melek onun cenaze namazını kıldılar.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Cenaze namazı kılınmış, artık defnedilecekti. Resulullah efendimiz bizzat kendileri kabre indiler. Kabır hayatının rahat ve hoş olması için, kabrin köşelerini genişletir gibi işaret buyurdular. Kabirden çıkınca gözleri yaşarmış, gözlerinden akan yaşlar kabre damlamıştı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Orada bulunan Hz. Ömer ve başkalaıi, Resulullahın, Fatıma binti Esed’den başka hiçbir kimseye böyle yapmadığını söylemişlerdir. Bundan sonra Resul-i Ekrem efendimiz, Fatıma binti Esed için şöyle duâ buyurmuşlardır: </b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>- Allahü teâlâ seni mağfiret etsin, bagışlasın, seni mükâfatlandırsın. Ey annem! Allahü teâlâ sana rahmet eylesin. Kendin aç iken beni doyurdun. Kendin giymez, bana giydirir; yemez, bana yedirirdin. Dirilten de, öldüren de Allahü teâlâdır. O daima diridir. O ölmez.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Allahım! Annem Fatıma binti Esed’i affeyle, bağışla. Ona hüccetini bildir. Kabrini genişlet. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım! Ben Peygamberin ve geçmiş Peygamberlerin hakkı için bu duâmı kabul buyur.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/122.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" /> <img src="http://geo.yahoo.com/serv?s=76001081&t=1199526037&f=us-w68" alt="1" height="1" width="1" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-52071070028269756822008-01-05T01:41:00.003-08:002008-01-05T01:41:46.271-08:00HZ. FÂTIMA (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. FÂTIMA (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Muhammed (s.a.s.)'in neslinin kendisiyle devam ettiği en küçük kızı. Müslümânların dördüncü halifesi "ilmin kapısı" Hz. Ali (r.a.)'ın hanımı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Kerbela'da zulme boyun eğmeyip başkaldırı ruhunu kendisinden sonra gelen müminlere miras bırakan "cennet gençlerinin efendisi" Hz. Hüseyin (r.a.)'ın ve Kerbela'da esir edildikten sonra Kûfe sokaklarında teşhir edilen, Yezid'in sarayında yaptığı etkileyici konuşmayla halkı galeyana, Yezid'i ise dize getiren Peygamber torunu Hz. Zeynep (r.a.)'nın annesi. Hz. Peygamber'in, "Dünyadaki en iyi dört kadın şunlardır: Meryem, Asiye, Hatice ve Fâtıma" buyurduğu "âlemlerin kadınlarının ulusu". Peygamberimizin Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'den sonra dördüncü ve en küçük kızı. Doğum tarihi ihtilaflı olup (605, 609, 615) yıllarında dünyaya geldiğine dair çeşitli rivâyetler ve görüşler vardır. Hicrî II. Milâdî 633. yılda Medine'de Mescid-i Nebevî'ye bitişik odâsında vefât eden Hz. Fâtıma'nın kabri konusunda da üç değişik görüş vardır: Cennetü'l-Bakî', Akil'in evinin avlusu, Hz. Abbas'ın daha sonra yaptırılan türbesi. Ancak bugün kabul edilen yer Cennetü'l Bakî'dir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Diğer kadınlardan her bakımdan üstün olan Hz. Fâtıma'nın birçok lâkabı vardır ki bunların herbiri onun üstün meziyetlerini tanımlamaktadır: Hz. Fâtıma'nın yüzü parlak olduğu için saf, berrak, ay gibi parlak anlamına gelen "Zehrâ"; yalnızca Hz. Meryem ve Fâtıma'ya kadınların özel hallerinden muaf tutuldukları için eşi bulunmaz anlamında "Betül"; diğer Fâtıma'lardan ayrılması için ulu anlamına gelen "Kübrâ"; oğullarıyla tanınması için "Ümmü Hasan", "Ümmü Hüseyin", "Ümmü Muhsin"; Hz. Peygamber'in kızı olduğundan dolayı "Bint-i Resul"; Bedir ve Huneyn savaşlarında bilfiil bulunduğu için "Bedir ve Huneyn Hurisi"; ağırbaşlılığı sebebiyle kadınların efendisi anlamında "Seyyid-i Nisâ"; Güzelliği ve temizliği nedeniyle "İnsanların Hurisi"; babasına çok benzediğinden ötürü babasının kızı anlamına gelen "Bint-i Ebiha"; babasına bir anne şefkatiyle düşkün olduğundan dolayı babasının annesi anlamındaki "Ümmü Ebiha"; zeki ve kavrayışlı olduğundan "Zekiyye"; bereketi, uğurlu, kuvvetli ve kutlu olduğuna işaret için "Meymune", itâatli ve alçak gönüllülüğünden dolayı "Râziyye"; ve herkes tarafından sevildiği, insanlarla olan ilişkilerinde kimseyi incitip gücendirmeyecek denli tutarlı olduğundan dolayı kendisine "Marziyye" denmiştir. En çok kullanılanı ise "Zehrâ"dır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Peygamber'in risâletinin beşinci yılında, hicretten sekiz yıl önce Mekke'de dünyaya gelen Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesini Resulullah şu cümleleriyle veriyordu: "İşte şimdi vahiy meleği bana geldi ve bu doğan çocuğu kutladı. Allah ona Fâtıma adını verdi." Câhiliye geleneğinde kız çocuğu büyük bir utanç vesilesi sayılıp babaların yüzünü kızartan ve bu yüzden diri diri kumlara gömüldüğü bir zamanda Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesi aynı zamanda kadınların kurtuluş müjdesi oluyordu. Hz. Fâtıma'yı dünyaya getiren Hz. Hatice (r.a.) ile Hz. Peygamber'in soyu yedinci ataları Gâlib oğlu Lüveys'te birleşir. Annesini küçük yaşta yitiren Fâtıma diğer kardeşleri gibi babasının sonraki hanımlarını anne edindi. Ancak öz annesinin şefkatinden mahrum kalan Fâtıma ile babası arasında daha sıcak bir yakınlık doğdu. Hz. Peygamber kızına babalık yanında anne şefkatini de göstermek durumunda idi ve bunu en iyi şekilde yerine getirdi. Babasıyla Fâtıma'nın arasındaki sıcaklığın diğer nedenlerinden biri de Hz. Peygamber'in diğer çocuklarının ard arda vefât etmeleridir; Peygamberimiz diğer çocuklarının acısını, sevgi ve özlemini Fâtıma'da toplamıştı. (Ana-baba bir kardeşleri Kâsım iki, Abdullah üç, Zeynep otuz, Rukiyye yirmi bir; Ümmü Gülsüm yirmi altı yaşlarında Fâtıma'dan önce vefât ettiler). Ayrıca Hz. Peygamber'in soyunun Fâtıma ile devam etmesi de babasının yanında Fâtıma'ya ayrı bir değer kazandırıyordu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ama Fâtıma'yı "Seyyid-i Nisâ" yapan etkenler yalnızca bunlar değildi. O kısacık ömründe İslâm kadınına örnek olacak zorlu ve çileli bir hayat sürdü.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Fâtıma çocukluğunu İslâm'ın en zayıf, müslümanların en çok ezildiği bir ortamda Hz. Hatice gibi bir annenin terbiyesi altında geçirdi. Babasının ve müslümanların çektiği acılara en az onlar kadar o da ortak oldu. Babası evden çıkıp İslâm'ı tebliğ ederken o ya endişe içinde merakla kapıda bekler ya da babasını adım adım izler ve onu kollamaya çalışırdı. Bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haram'a gitmiş ve oradaki topluluğa İslâm'ı anlatıyordu. Fakat karşısında bulunan câhiliye mensupları kendi düzenlerini tehdit eden bu sesi boğmak için toplanmış ve Hz. Peygamber'e her türlü hakareti yaparak saldırmışlardı. Babasının dövülüşünü bir kenardan korkuyla izleyen Fâtıma müşriklerin dağılmasından sonra kanlar içindeki babasını alıp eve götürmüş ve bir anne şefkatiyle yaralarını sarmıştı. Buna benzer nice olayların içinde pişen Fâtıma âdeta geleceğin Hz. Fâtıma'sı olmaya hazırlanıyordu. Yine bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haramda secde hâlindeyken müşrikler her zamanki vahşetleriyle deve barsaklarını ve işkembesini basına atarak kahkahalarla eğlenirken, Fâtıma o pislikleri kendi elleriyle temizler ve babasını alıp eve götürür. Hz. Peygamber Fâtıma'ya hem babalık hem analık yaparken Fâtıma da o zorlu ortamda hem "babasının kızı" hem de "babasının annesi" olmuştur.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Peygamber'le kızı arasındaki ilişkiler aynı zamanda yaşadıkları toplumun geleneklerini de yerle bir ediyordu. Bir defa; "Kendisine kız çocuğu müjdelendiği zaman babaların yüzleri utançtan simsiyah kesilirken", kız çocuğu oldu diye dostlarının yüzüne bakamayan babalar gizlice çöle götürüp bu çocukları diri diri toprağa gömerken Hz. Peygamber kızının doğum müjdesini alınca sevinçten yüzü aydınlanmış ve bu müjdeyi dostlarına bizzat kendisi duyurmuştur. Câhiliyede soy, mutlaka erkek çocuk kanalıyla devam ederken Hz. Peygamber'in soyu kızı Fâtıma ile devam etmiş ve yüce Allah câhiliyenin bu geleneğini bizzat Resulullah aracılığıyla yoketmiştir. Peygamberimizin oğlu Abdullah da vefat edince câhiliye mensupları "Muhammed'in soyu kesildi" diye sevinip "o artık ebter, yani soyu kesiktir" diye Peygamberimizi alaya aldıklarında onu bizzat yüce Allah savunmuş ve Peygamber'i teselli eden Kevser sûresi nâzil olmuştur: ''Biz sana kevser'i verdik. O halde namaz kıl, kurban kes. Senin şanın yücedir. Asıl ebter ise o (sana ebter diyen)dir." Buradaki "kevser"i İslâm âlimleri Peygamberimizin hadislerinden yola çıkarak "bol hayır", "sonsuz", "sayısız ümmet", "çok sahâbe", "şefaat" anlamlarında tefsir etmişler, ayrıca "kevser" kelimesiyle Hz. Fâtıma'nın kastedildiğini de bildirmişlerdir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Peygamber kızına o kadâr şefkatli idi ki onu ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir babanın kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile öpülmezdi, ayıptı. "Benim on çocuğum var daha bir kez öpmüş değilim" diyen insanların yaşadığı bir toplumda kadını diri diri gömülmekten eli öpülen bir konuma yükselten de yine Hz. Peygamber'in getirdiği İslâm'dı.<br /> Rasûlullah kızını anlatırken "Babasının annesi", "Baban sana fedâ olsun", "Alemlerin kadınlarının ulusu", "Fâtıma'yı hoşnut eden beni hoşnut etmiştir, onu kızdıran beni kızdırmıştır" ve, "Kızım Fâtıma'yı seven beni sevmiştir, Fâtıma'yı memnun eden beni memnun etmiştir; Fâtıma'yı üzen beni üzmüştür. Fâtıma benden bir parçadır, kim onu incitirse beni incitmiş olur, beni incitense Allah'ı incitmiştir" buyururdu.<br /> Hz. Fâtıma Mekke döneminin tüm zorluklarına babasıyla birlikte katlandı ve Hz. Peygamber dâhil müslümanların tamamına yakını Medine'ye hicret edene kadar Mekke'den ayrılmadı. Resulullah Kûba'ya ulaştıktan sonra Hz. Ali, Hz. Ali'nin annesi ve Ümmü Eymen'den oluşan bir kafileyle Medine'ye hicret etti.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Fâtıma'yı Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve daha başka sahâbîler babasından istediler. Ancak Peygamberimiz bu istekleri nazikçe geri çeviriyor ve bekliyordu. Hz. Ali de Fâtıma'ya tâlib oldu ve Peygamberimiz kızının bu konudaki görüşünü alarak Allah'ın vahiyle izin vermesinden sonra Ali ile Fâtıma'nın evlenmelerine karar verildi. Daha sonra nikâhları da Mescid'de kıyıldı. Mehir olarak Hz. Ali'den dört yüz dirhem gümüşü uygun gören Efendimiz onun zırhı ve atından başka bir şeyinin olmadığını öğrenince zırhını satmasını söyler. Hz. Ali dört yüzseksen dirhem gümüşe zırhını satar ve bunun dört yüz dirhemi mehir olarak Hz. Fâtıma'ya verilir. Ancak Fâtıma bu mihri çok bulur; kendisine en güzel mihrin kıyamet günü İslâm ümmetinin Peygamber'in şefâatiyle affedilmesi olacağını söyler ve bu konuda dua eder. Ancak kendisi için ayrılan dört yüz dirhemi düğün masraflarına harcanmak üzere hibe eder. Nikâh mescidde Peygamberimizin bir hutbesi ile ilân edilir: "Allah'a hamd... yüce Allah evlenmeyi bir görev, adalet, ve geniş bir hayır kılmıştır. Şimdi Allahu Teâlâ bana kızım Fâtıma'yı Ali b. Ebı Tâlib'e nikahlamamı buyurmuştur. Ey ashâbım ben de sizi şâhit kılıyorum ki Ali b. Ebi Talib mevcut gelenek ve Allah'ın emriyle söyleyeceğim şeyi kabul ederse dörtyüz dirhem gümüş mehirle kızım Fâtıma'yı kendisine nikâhladım. Yüce Allah kendilerinin varlıklarını biraraya getirsin ve bunu kendilerine mübârek kılsın. Rabbim nesillerini temiz, kendileriyle çocuklarını geniş rahmetinin anahtarı, yüce hikmetinin kaynağı ve Muhammed ümmetinin güvenlik sebebi kılsın....Rabbimden kendim ve sizin için mağfiret dilerim." Hz. Ali'nin şartları kabul etmesi üzerine sâde bir törenle nikâh kıyılır ve misafirlere bal şerbeti hurma ve gül suyu ikram edilir. Daha sonra hurma, yağ ve süzülmüş yoğurttan yapılan bir de düğün yemeği verilir. Yemeğin az olmasına rağmen yedi yüz misafirin yediği halde Allah'ın bereketlendirmesi ile yetip artar.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Babasından ayrılıp Hz. Peygamber mescidine bitişik, zemini toprak eve yerleşirken çeyiz ve ev eşyası olarak şunları götürmüştü: Üç adet minder, bir halı. bir yastık iki eldeğirmeni, bir su tulumu, bir su testisi meşinden bir su bardağı, bir elek, bir havlu, bir koç postu eski bir kilim, hurma yaprağından örülmüş bir sedir, iki elbise, uzunlamasına örttüklerinde ayakları enlemesine örttüklerinde baslarını açıkta bırakan bir küçük yorgan.<br /> Hz. Peygamber kızını evlendirmekle ondan kopmadı, ilişkileri azalmadı; yine her sabah onları namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı zaman en son vedâlaşacağı kişi Fâtıma olur; döndüğünde ise hanımlarından önce ona uğrardı. Hz. Peygamber bu yeni yuvaya çok önem veriyor; İslâm ümmetinin geleceğini bu yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma arasında işbölümünü bizzat kendisi yapmıştı.<br /> Câhiliye geleneğinde ağır işlerde ezilen kadınların aksine Hz. Fâtıma sadece evin iç işlerinden, Hz. Ali de dış işlerinden sorumlu olacaktı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Müslümanların çektiği sıkıntılar ve savaşlar bu aileyi de etkiliyor, Hz. Fâtıma da diğer müslümanlar gibi yarı aç yarı tok yaşıyordu; Peygamber kızı olmasından dolayı hiçbir ayrıcalığı yoktu. Hz. Ali'nin ekonomik durumu genelde iyi olmamasına rağmen Beytü'l-Mal'den haklarından fazla bir şey almadılar. Hz. Ali ticaret yapıp dünya malı biriktirme yerine Hz. Peygamber'in kâtipliğini yapıyor, İslâm ümmeti için ilim biriktiriyordu. Hz. Fâtıma ise avuçları kabarana kadar un öğütüp kendi işini kendi yapıyordu. Bu yuvada katı kurallar yoktu; Hz. Ali ev işlerinde Hz. Fâtıma'ya yardımcı oluyordu. Hz. Fâtıma da Hz. Ali'ye. Fâtıma'nın ev işlerinde çok yıprandığını gören Hz. Ali Peygamberimize gelerek bir hizmetçi verip veremeyeceğini sorduğunda Hz. Peygamber, "Ya Fâtıma, Allah'tan kork; Rabbinin farzını ifâ et; eşinin hizmetine bak. Yatağına girdiğinde otuz üç defa tesbih oku, otuz üç defa hamd et, ve otuz dört defa tekbir getir. Bunların toplamı yüzdür; bunları okuman senin için daha hayırlı olacaktır" diyerek bu isteği geri çevirdi; onlar da razı oldular.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Gerçekte, Fâtıma isteseydi çok lüks bir hayat sürebilir, bir değil birçok hizmetçisi olurdu. Müslümanlar Hz. Peygamber'in biricik kızı razı olsun, iyi bir hayat sürsün diye tüm varlıklarını onun önüne sürebilirlerdi. Ama o lüksün yerine çileyi seçti; tıpkı İslâm toplumunun diğer fertleri gibi. Fakirlere kölelere, zayıflara baktı, zenginlere değil. Hz. Fâtıma annesi Hatîcetü'l-Kübrâ'dan kalan bütün mirası İslâm yolunda Allah için Resulullah'a vermiş ve evlendiği zaman sıkıntılarla karşılaştığında da bunda hiçbir pişmanlık duymamıştı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Fâtıma ve Ali örnek bir İslâm ailesi oluşturdular. İhtiyaçtan fazlasını elde tutmadıkları gibi ihtiyaçları olduğu halde muhtaçlara verdiler, kendileri sabrettiler. Bir elbiseleri olurdu genellikle ve onu gece yıkayıp gündüz tekrara giyerlerdi. Hatta bir defasında Hz. Fâtıma babasının yanına üzerinde kısa, başını örtse ayağı, ayağını örtse başını açıkta bırakan bir elbise ile çıkmıştı... Onun kısa yaşantısında gösterişe, giyim kuşama, eşyaya, leziz yemeklere, ayıracak zamanı olmadı. Onun ve peygamberin terbiyesinde yetişen diğer kadınlar gözünde giyim, iffeti koruyacak, tesettürü sağlayacak bir örtüden ibaretti. Hattâ tesettür farz kılındığı zaman üstlerine elbise örtmeye bulamayan kadınlar yatak çarşafları ve perdelerle tesettür emrini yerine getirdiler. Hz. Fâtımâ'nın evine normal ziyaretlerini yaptığı bir günde Hz. Peygamber bir köşede nakışlı bir örtü görür, kapıdan geri döner ve ardından Fâtıma'ya şu ikazı yapar: "Bir peygambere zevki çeken şeylerle donatılmış bir eve girmek uygun değildir" Fâtıma o örtüyü derhal kaldıracak bir daha da bu görüntüleri evine sokmayacaktır.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Fâtıma ve Ali ailesi cömert bir aile idi. Oruçlu oldukları bir günün akşamı iftar için hazırladıkları bir miktar yiyeceği sofraya koymuşken kapıya gelen bir yoksula verirler ve suyla iftar edip ertesi gün yine oruç tutarlardı.. O akşam bir yetim, üçüncü akşam bir esir gelir ve her defasında bir parça yiyeceklerini aç oldukları, canları çektiği halde yoksula, yetime ve esire yedirirler, kendileri de sadece su ile üç gün oruç tutarlar. Kur'an-ı Kerim'de İnsan suresinin şu ayetleri bu olay üzerine nâzil oldu "...İyiler de karışımı kafûr olan bir kadehten içerler; bir kaynak ki Allah'ın kulları ondan içerler, (İstedikleri yere de) fışkırtarak akıtırlar. Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler. 'Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir gün(ün azâbın)dan ötürü Rabbimizden korkarız' derler. Allah da onları o günün şerrinden korumuş onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç vermiştir..."<br /> Ayrıca Kur'an-ı Kerîm'deki şu âyetler de Hz. Fâtıma ile ilgilidir: "Ey ehli beyt, Allah ancak sizden her çeşit pisliği gidermeyi ve sizi tertemiz yapmayı dilemektedir" (el-Ahzâb, 33/33). (Bu ayet-i kerime Hz. Peygamber, Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin hakkında indirilmiştir).<br /> Kevser suresinde, "Biz sana kevseri verdik." ayetindeki "kevser"in anlamı "Fâtıma"dır. Ayrıca Hz. Peygamber, "Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin kıyâmet gününde arş'ın altında bir kubbeyiz" buyurmakta ve "Habibim, deki: 'Ben bu (tebliğimi) karşı akrabalıkta sevgiden başka bir mükâfat istemiyorum" (eş-Şûra, 42/23) âyetinde yakınlık kelimesinin kimler olduğunu soran sahâbîlere Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir: "Ali Fâtıma ve çocuklarıdır."</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Veda Haccından dönerken Gadıru Hums denilen yerde müslümanlara iki şey bıraktığını bildirdi: Biri Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri ise..."Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben ehl-i beyt hakkında sizlere Allah'ı hatırlatırım" Kendisinden sonra ehl-i beytin başınâ gelecekleri bilen Resulullah bu cümleyi üç kez tekrarlamıştı ki müslümanlar ehl-i beytine sahip çıksın, onlara yapılan zulümlere karşı dursun. Ama Kerbela'da Hüseyin'in başı mızrak ucunda taşınır, Hz. Zeynep Kûfe sokaklarında esirlerle birlikte teşhir edilirken Hum mevkiinde Resulullah'ın üç kez tekrarladığı ehl-i beyt hakkındaki sözleri unutulmuş veya kılıçların gücü karşısında fayda vermemişti.<br /> Yine bir gün sofranın basında oturmuşken Hz. Peygamber ellerini açar: "Ey Rabbim, bunlar benim ehl-i beytimdir. Hayırlılarım, yakınlarım ve has kimselerimdir. Bunlardan senin rızana aykırı olan kötülük, günâh, şek ve şüpheleri, bütün kötülük ve şeytanın kışkırtmalarını giderip onları koru. Kötü alışkanlıklardan ve diğer gizli-açık ayıplardan tam olarak temizle." Hz. Fâtıma ehl-i beytin içinde ayrıca Rasûlullah'a en sevgili olanıydı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Fâtıma'ya Hz. Ali de o derece değer verirdi ki dönemin şartları gereği müslüman erkekler birden fazla kadınla evlenmek durumunda kaldıklarında Hz. Fâtıma da Hz. Ali'nin diğer erkekler gibi başka bir kadınla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, ona eğer evlenmek isterse bu konuda kendisinden yana bir problemin olmayacağını söylemiş, ısrar etmiş, Ali ise Peygamber kızının üzerine herhangi bir kadın almayı kendisine yakıştıramadığı için buna yanaşmamıştı. Hz. Fâtıma bizzat babası Resulullah'a çıkmış ve Ali'nin bir başka kadınla daha evlenmesi gerektiğini söylemiş ama Rasûlullah kızının bu isteğini geri çevirmiştir. Hz. Fâtıma İslâm'a yararlı olacağını varsayarak Hz. Ali'den kendi üzerine herhangi bir kadını almasını isteyecek derecede, fedakâr, kendi çıkarını değil ümmetin geleceğini düşünen bir örnek İslâm kadınıydı.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Ali ile evliliği vefatına kadar süren Hz. Fâtıma'nın, Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adında üçü erkek ikisi kız beş çocuğu oldu. Resulullah'ın soyu Hasan ve Hüseyin kanalıyla devam etti. Çocuklarının herbirini İslâm ahlâkı ve üstün ilimle yetiştiren Hz. Ali ve Fâtıma kendilerinden sonra İslâm bayrağını dalgalandıracak Hz. Hüseyin ve Zeynep gibi fertler kazandırdılar ümmete.<br /> Çok sevdiği babasının bu dünyadan ayrılma vakti geldiğinde babasının başucunda olduğu halde Resulullah Hz. Fâtıma'nın kulağına bir şeyler söyler. Bunun üzerine ağlamaya başlayan Fâtıma Resulullah'ın kulağına eğilip tekrar bir şeyler söylemesiyle ağlamayı keser ve gülümser. Daha sonra bu olayın nedenini anlatan Fâtıma, Hz. Peygamber'in, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefât edeceğini söylediğini ve kendini tutamayarak ağladığını; ancak daha sonra ehl-i beytinden kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu müjdelediğinde gülümsediğini söyler.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in vefatıyla çok sarsılmış, ancak Resul'ün vefat etmeden önce kendisine söylediği şu sözler ona moral vermişti: "Ya Fâtıma, bugünden sonra babana elem yok; ancak peygamber için yaka-yen yırtılmaz, yüze vurulmaz, senden sonra öleyim gibi sözler söylenmez; yalnız babanın İbrahim'e dediği gibi 'gözler yaş dökmede, kalp burkulmada; bu Rabbin gazâbı demiyoruz fakat ey İbrahim, senin için mahzunuz biz' diyebilirsin."<br /> Babasının vefatından sonra Fâtıma'nın bir daha yüzünün gülmediği rivâyet edilmektedir. Bu vefat ona çok ağır gelir ve acı-içli, edebî mersiyeler okur Hz. Peygamber'in ardından: "...Varsın dünyanın doğu ve batısında bulunanlar senin vefâtım işitince ağlasınlar; neye yarar. Ben senin ayrılığının verdiği üzüntüyle yüzüme gözyaşlarından resim yaparak geliyorum. Gündüzlerim ise gecemden farksız. Gönlümde kocaman yaralar hâkim ve canım yanıyor, ruhum sızlıyor..." ve mersiyeler devam edip gidiyor.<br /> Fâtıma babasının defniyle başından sonuna değin ilgilendi. Hatta cenaze suyu hazırlandığı sırada Resulullah'ın elbisesi üzerinde olduğu halde gusledilmesini bizzat o hatırlattı.<br /> Daha sonra da sık sık Peygamber'in kabri basında saatlerce ağlayacak, dua edecek olan Fâtıma, Peygamber'in vefatından önce kendisine verdiği kavuşma müjdesini bekleyecekti. Ancak bu, günlük hayattan, ailevî, İslâmî, ibâdî, analık sorumluluklarından koparamıyordu onu. O yine hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyordu.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Fâtıma İslâm toplumuna, Peygamber'in öğretisini unutmasınlar diye vaazlar veriyordu. Peygamber'in vefatından sonra Mescid-i Nebevi'de bir hutbe verir ki, bu hutbesi onun hitâbetteki gücüne en büyük delildir. Zaten onun anlatım tarzı ve söz söyleyiş stilinin Hz. Peygambere benzediği de kaydedilmektedir. Bu hutbede hamd ve salâtü selâmdan sonra İslâmi hükümleri bir bir hatırlatan Fâtıma daha sonra Peygamber'in vefatından İslâm toplumu etkilenmesin, o tekrar eski hallerine dönme yanlışlığınâ düşmesinler diye uyarıyordu onları: "...Siz azlıktınız; dosttan yoksundunuz. O halde tasın dibinde kalan içilip tüketilecek olan bir yudumluk suydunuz. Ateş dolu bir çukurun kenarındaydınız. Aç kişinin fırsat gözetmeden, müddet beklemeden kapıp yutuvereceği bir lokmaydınız. Yanan ateşten alınmış bir kordunuz. Yabancıların ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz. Çöldeki çukura dolmuş deve sidiği ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş bir içimlik suydunuz. Yediğiniz, ağaçların yaprakları ve tabaklanmış keçi derisinin yağlarıydı. Aşağılık bir hale düşmüştünüz; adamların ayakları altında kalmaktan korkuyordunuz ki, Allah'ın salât ona ve soyuna olsun, Muhammed'in sâyesinde güçlüklerin belasına uğradıktan sonra Arabın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehline tutsak düştükten sonra kurtuldunuz. Allah sizi bu sıkıntılardan kurtardı..."</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Fâtıma hastalanıp yatağa düştüğünde bile İslâmî düzenin korunması için konuşuyordu. Kendisini ziyarete gelen bir kısım kadına; "...ömrüme yemin ederim ki bu yaptığınız işler gebedir, bekleyin. Bundan böyle rahatça oturun; tam inançla gitmeyi bekleyip durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor, zâlimlerin her yönü kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı çarpıp almadalar, toplumunuzu darmadağın etmedeler. Size son pişmanlık gelip çatar, nice olur haliniz o zaman; ki, şimdi görmedikleriniz meydana çıkar..."<br /> Hz. Fâtıma ile Hz. Ebû Bekir arasında Hz. Peygamber'den miras kalan Fedek arazisi yüzünden ihtilâf çıktı. Hz. Fâtıma'nın mirasın kendisine verilmesi isteğini Hz. Ebû Bekir, "Biz miras bırakmayız. Bıraktığım sadakadır. Ancak Muhammed'in ailesi bu maldan yer" hadis-i şerifini delil göstererek geri çevirir. Daha sonra Hz. Ömer bu araziyi Hz. Ali'ye verdi; Hz. Osman ise bu hurmalığı Hz. Ali'den alarak Nervan'a bağışladı. Muaviye ise bu araziyi üçe bölüp bir parçasını Hz. Osman'ın oğluna, bir parçasını Mervan'a diğer parçasını da oğlu Yezid'e vermiş; arazi ancak Ömer b. Abdülaziz döneminde gerçek sahiplerinin eline geçebilmiş ve Hz. Fâtıma'nın torunlarına iâde edilmiştir.</b> </span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Fâtıma'nın hastalığının iyice arttığı bir dönemde kendisine gelen ziyaretçiler arasında Hz. Ebû Bekir de vardır ve Fedek arazisi yüzünden aralarında hafif bir kırgınlık devam etmektedir. Hz. Fâtıma Ebû Bekir'i kabul eder ve helâlleşirler. Fâtıma misafirlerinden izin alarak temizlenmek istediğini söyler, onlar ise şaşırır; çünkü Fâtıma her zaman temizdir, "Betül"dür; Kadınların özel halleri onda yoktur. Fatıma temizlenir, kokulanır giyinir ve misafirlerine dönerek; "Ben öleceğim" ...Ve son vasiyeti: "Ben şimdi öleceğim. Kimse yıkamasın beni; yıkandım. Kefenlemesinler beni; çünkü temiz elbiselerimi giydim. Ancak vasiyetim şu ki, beni kabrime babam Resulullah gibi gece defnetsinler." Bu sözlerinden sonra temiz örtüsünün üzerine, sağ elini kafasının altına koyarak yanı üzeri yatar ve kıbleye döner. Hz. Ali'ye de, "Ya Ali, benim üzerime kimsenin eli değmeden sen al götür Bakı mezarlığına göm." ...Ve Hz. Peygamber'in müjdesine kavuşur Fâtıma. Vasiyeti gereği gece Hz. Ali tarafından defnedildi. (3 Ramazan 1 1/22 Kasım 632). Cenaze namazı Hz. Ali -diğer bir rivâyette ise amcası Hz. Abbâs- tarafından kıldırılmıştır. Vasiyeti gereği Hz. Ali'nin gecenin karanlığında defnettiği yer konusunda da üç değişik rivâyet vardır: Bakî mezarlığındadır; Akil'in evinin avlusundadır; amcası Abbas için ileride yapılacak olan türbenin içindedir.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/121.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-30675191130230785292008-01-05T01:41:00.001-08:002008-01-05T01:41:28.947-08:00HZ. ÂMİNE BİNTİ VEHB (r.anha)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ÂMİNE BİNTİ VEHB (r.anha)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz.Peygamber'in annesi. Babası Vehb b. Abdimenaf, annesi de Berra binti Abduluzza'dır. Ne zaman doğduğu bilinmeyen Âmine'nin 577 yılında hayata gözlerini yumduğu tahmin edilmektedir.<br /> Kureyş kabîlesi içinde ileri gelen bir kola mensup olan Âmine binti Vehb, güzel konuşan ve zekâsıyla tanınan bir kadındı. Hâşimoğulları reisi olan Abdulmuttalib, Âmine'yi oğlu Abdullah'a istedi ve onunla evlendirildi. Âmine ile Abdullah'ın bu güzel evliliğinden Hz. Muhammed (s.a.s.) dünyaya geldi. Abdullah, Âmine hamile iken Suriye'ye yaptığı bir seferi sırasında Yesrib (Medine)'te vefat etti. Böylelikle Hz. Peygamber dünyaya yetim olarak geldi. Âmine gebelik ve doğum sırasında hiç bir ağrı ve sızı çekmediğini anlatmıştır. Resulullah (s.a.s.), kendi doğumu hakkında şöyle buyurmuştur: "Ben atam İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesi ve annemin gördüğü rüyayım. Annem rüyasında içinden çıkan bir aydınlığın Şam diyarı saraylarını aydınlattığını belirtmişti. Peygamber anneleri hep böyle rüyalar görürler. "(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 127, 128).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Âmine daha sonra, Hz. Peygamber altı yaşlarında iken, onu alıp dayılarının yanına Yesrib'e gitti ve eşi Abdullah'ın kabrini oğlu Muhammed (s.a.s.) ile birlikte ziyaret etti. Bu seyahatlerine, Abdullah'tan kalan tek miras, cariyeleri Ümmü Eymen de katıldı. Dayıları olan Neccâroğulları ile oğlunu tanıştırdıktan sonra Yesrib (Medine)'den ayrılan Âmine, Ebvâ denilen yere geldiğinde hastalanmış ve orada hayatını kaybetmişti. O sıralarda altı yaşında olan Resulullah, annesinin defninden sonra Ümmü Eymen ile birlikte Mekke'ye dönüp dedesi Abdulmuttalib'in yanında kalmıştı.<br /> Bazı tarih kaynakları Âmine'nin bazı şiirler söylediğini naklederler. Âmine binti Vehb, İslâm tarihinde, Asiye binti Müzâhim, Meryem binti İmrân ve Hadîce binti Huveylid ile birlikte anılmaktadır.</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/120.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-16936006259170462112008-01-05T01:40:00.001-08:002008-01-05T01:40:27.679-08:00HZ. ZÜBEYR B. EL-AVVAM (r.anh)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ZÜBEYR B. EL-AVVAM (r.anh)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr b. el-Avvam b. Huveylid b. Esed b. Abdi'l-Uzza b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b. b. Lüeyy el-Kurasî el-Esedî. Büyük oğlu Abdullah'tan dolayı "Ebû Abdillah" diye çağrılırdı. Peygamber (s.a.s)'in dostu ve havarisi (yardımcısı), aynı zamanda halası Safiyye binti Abdulmuttalib'in oğludur.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hz. Ömer'in vefatından sonra, halife seçimini gerçekleştirmeleri için tayin ettiği altı kişilik "Ashabü's şûra" (danışma kurulu) üyelerindendir. Annesi kendisini "Ebu't-Tâhir" diye çağırırdı. Fakat Zübeyr (r.a) kendisini oğlu Abdullah ile künyelendirmiş ve bu künye ile tanınmıştır (el-Askalânî, el-isâbe fi Temyizi's Sahâbe, Beyrut, t.y., III, 5; İbn Hişâm, Sîre, Mısır 1955, I, 250; Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebî, 13; İbn Abdi'l-Berr, el-istiâb fî Ma'rifeti'l-Ashâb, Kahire, t.y., II, 510; İbn Sait Tabakâtü'l-Kübra, Beyrut,1957, III, 100).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr, Hz. Ebu Bekir'in islâm'a girmesinden kısa bir müddet sonra müslüman olmuştur. İlk müslümanların dördüncüsü veya beşincisidir. Ancak ne doğum tarihi, ne de kaç yaşındayken müslüman olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtelif kaynaklar, müslüman olduğu sırada onun 8-16 yaşları arasında bulunduğu söylerse de bu tahminlerin doğruluğu şüphelidir. Zira babası Avvam b. Huveylid'in Ficar savaşlarından birinde (kuvvetli bir ihtimalle dördüncü ve son savaşta) öldürüldüğü, onu öldürenin de Mürre b. Muatab es-Sakafi olduğu kabul edilmektedir. Bazı kaynaklarda Zübeyr (r.a)'in Hz. Ali, Talha ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile aynı yılda doğduğu ifade edilmektedir (el-Endelüsî, el-ikdü'l-Ferîd, Beyrut, t.y., VI, 92; İbn Kuteybe, el-Maârif, Lübnan,1970, 96; el-Askalânî, a.g.e., III, 5; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe fî Ma'ifeti's-Sahabe, Kahire, 1970, II, 250; Ziriklî, el-A'lâm, Beyrut, 1969, III, 74; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 510-511; İbnü'l-Cevzi, Safvetü's Safve, Haleb,1969, I, 342; Butrus el-Bustânî, Dâiretü'l-Maarif, IX, 177).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Son Ficar savası, Hire hükümdarı dördüncü Münzir'in oğlu Numan Ebû Kâbûs'un saltanatı (585-614) sırasında meydana gelmiştir. Ficar savaşı başladığı zaman, kimi rivayetlere göre Peygamber (s.a.s),14-15 yaşlarında, kimi rivayetlere göre ise daha küçük yaşlardaydı. Son Ficar savaşında ise O'nun 14-20 yaşlarında olduğu gelen rivayetler arasındadır (İbn Hişâm, a.g.e., II, 89; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, trc. İstanbul 1986, I, 511).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Son Ficar savaşı ile Peygamber (s.a.s)'in Mekke'lileri İslâm'a davet etmeye başladığı 610 yılı arasında yirmi küsûr yıl vardır. Buna göre ilk müslümanlardan olan Zübeyr (r.a)'in bu tarihte, yirmi yaşından büyük olması gerekir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr'in babası ölünce, amcası Nevfel onun velâyetini üstlenmişti. Küçük yaşta yetim kalan Zübeyr'i, annesi çok döverdi. Amcası da onu savunur, dövmesine engel olmaya çalışırdı. Ancak Zübeyr büyüyüp müslüman olunca, ona karşı bu sevgisi öfkeye dönüştü. Öyle ki, islâm'dan dönmesi için onu bir hasıra bağlayıp asar ve ateş yakarak dumanla ona işkence ederdi (el-Askalâni, a.g.e., III, 5; İbn Sa'd, a.g.e., III, 101).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr, 615 yılında Mekkeli müslümanlarla birlikte Habeşistan'a hicret etmiştir. Medine'ye hicretten sonra muhacirlerle ensâr arasında kardeşlik tesis edildiği zaman Zübeyr ile Seleme b. Selâme b. Vaks kardeş ilan edilmişti (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 511). Başka rivayetlerde ise, Rasûlüllah'ın; Abdullah İbn Mes'ûd veya Talha ya da Ka'b b. Mâlik'le Zübeyr arasında kardeşlik tesis ettiği ifade edilmektedir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 102; İbn Hişam, a.g.e., I, 505).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bedir günü müslümanların sayılı birkaç atı vardı. Bunlardan biri de Zübeyr'in Ya'sub adlı atı idi. O gün bir çok müşriki öldürmüştür ki, bunlardan biri "Kureyş'in aslanı, Muttaliboğulları aslanı" diye bilinen amcası Nevfel idi (İbn Hişam, a.g.e., I, 666, 708; İbn Hişam, Cemheretü Ensâbi'l-Arab, Kahire, 1982, 120).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr'in oğlu Abdullah, babası ile ilgili olarak şu olayı anlatıyor: "Ahzâb günü, ben ve Ebû Seleme'nin oğlu Ömer (çocuk olduğumuzdan) kadınların yanında bırakılmıştık. Bir de baktım ki babam Zübeyr, atının üstünde iki yahut üç kere Kurayza oğullarına gidip geldi. Evimize döndüğümüzde babama: Babacığım! Ben seni Benî Kurayza yurduna gidip gelirken gördüm dedim. Babam: Sen beni öyle gördün mü evlâdım? dedi. Ben de Evet, dedim. Babam: Rasûlüllah (s.a.s); "Benî Kurayza ya kim gider de onların haberini bana getirir" dedi. Ben de gittim. Döndüğümde, Rasûlüllah, anası ile babasını bir arada zikrederek Ânam babam sana feda olsun" dedi (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Yermük Vakası gününde Peygamber'in sahâbîleri, Zübeyr'e hitaben:</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>"Ey Zübeyr! Rumlara şiddetli bir saldırı yapmazmısın ki, biz de seninle beraber şiddetli bir saldırı yapalım" dediler. Bunun üzerine Zübeyr (r.a) Rumlar üzerine şiddetli hamleler yaptı. Bu hamleler sırasında, Rumlar, Zübeyr'in omuz köküne iki darbe vurdular. Bu iki geniş yara arasında Bedir'de yediği bir darbenin çukurluğu vardı ki, oğlu Urve; "Ben çocukken bu darbenin yerine parmaklarımı sokar, oynardım" demiştir (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr, Mısır fethinde de önemli bir rol oynamıştır. Nitekim halife Hz. Ömer, 642'de Mısır'ın Babilin kalesini kuşatan Amr İbnü'l-Âs'a yardım için onu onbin kişilik bir kuvvetle göndermiştir. Mısır'ın o zamanki hükümet merkezi olan Heliopolis de Zübeyr tarafından alınmıştır (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, İstanbul 1985, II, 5 15, vd; 0A, XIII, 635).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr'in, Hz. Osman'a baş kaldıran Mısırlıların, Medine'de gerçekleştirdikleri hareketlerde, Osman'ın şehid edilişine kadar, ise aktif olarak karışmadığı, bazı rivayetlere göre; hem kendisinin hem de Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ı korumak üzere oğullarını gönderdikleri ifade edilmiştir.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, ashabın büyük bir çoğunluğu Hz. Ali'ye bey'at etmişlerdir. Zübeyr ile Talha da bey'at edenler arasındadır. Bazı rivayetlere göre bu ikisinin Hz. Ali'ye istemeyerek bey'at ettikleri görülüyor.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Anlatıldığına göre, Zübeyr ve Talha, bey'at işi bittikten sonra Hz. Ali'ye gelerek; "Sana hangi hususta bey'at ettiğimizi biliyor musun?" derler. Hz. Ali: "Evet; dinlemek ve itaat etmek üzere. Ebû Bekir, Ömer ve Osman'a hangi hususta bey'at ettiyseniz onun üzerine" der. Onlar ise: "Hayır, biz sana işte ortak olmak üzere bey'at ettik" derler. Hz. Ali onların bu isteklerini reddeder. Bu defa Kureyş'ten rastladıkları bir cemaata Hz. Ali hakkında ileri geri konuşurlar. Bu dedikoduları duyan Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud'u çağırtarak onun görüşünü sorar. Abdullah; "Görüyorum ki, valilik istiyorlar. Sen de Zübeyr'e Basra valiliğini, Talha'ya da Kûfe valiliğini ver" diyerek Hz. Ali'ye tavsiyede bulunur. Hz. Ali bunu şiddetle reddeder. Bilahare, Zübeyr'le Talha, Hz. Ali'ye gelerek umre yapmak üzere Mekke'ye gitmek için izin isterler. Hz. Ali asıl maksadlarını bildiği halde onlara izin verir (İbn Kuteybe, el-imameti ve's-Siyâse, 51; İbnü'l-Esîr, a.g.e., III, 195 vd).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bundan sonra, Zübeyr, Talha ve Hz. Âişe'nin, Sıffin Savaşında Hz. Ali'ye karşı cephe aldıkları görülmektedir. Hz. Ali, onları karşısında görmek istemediğinden ikna etme yollarını arıyordu. Bir ara Zübeyr'le karşılaşınca ona; "Ey Abdullah'ın babası! Seni buraya getiren nedir?" diye sordu Zübeyr: "Osman'ın kanını istemeye geldim" dedi. Hz. Ali; "Osman'ın kanını mı istiyorsun? Allah, Osman'ı öldüreni kahretsin. Ey Zübeyr! Rasûlüllah'ın sana; "Sen Haksız olduğun halde Ali ile savaşacaksın " dediğini hatırlıyor musun?" deyince, Zübeyr; "Allah şahidimdir ki bu doğrudur" der. Hz. Ali; "Öyleyse benimle ne diye savaşıyorsun?" diye sorunca Zübeyr "Vallahi bunu unutmuştum, şayet hatırlasaydım sana karşı çıkmazdım, seninle savaşmazdım" dedi (İbn Kuteybe, a.g.e., 68).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Bu konuşmadan sonra Zübeyr savaştan çekilerek geri döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su başına vardığında orada bulunan Amr b. Cürümüz, onu takibe başladı. Vâdi's-Sibâ' denilen mevkide bir fırsatını bularak Zübeyr'i şehid etti (H. 36) (İbn Kuteybe, a.g.e., 69; İbn Abdi'l-Berr a.g.e., II, 515; İbn Sa'd a.g.e., III, 112; el-Askalâni, a.g.e., III, 6).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Şehid edildiği zaman yaşı, kimi kaynaklarda 66 veya 67 kimi kaynaklarda 64 kimi kaynaklarda ise 70 olarak kayıtlıdır (İbn Hişam, I, 251; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 516; İbn Sa'd a.g.e., III, 113; Butrus el-Bustânî, a.g.e., IX, 177).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr, şehid edildiği zaman miras olarak geriye epey mal bırakmıştır. Bu cümleden olarak Medine'de geniş bir arazi ve onbir ev, Basra'da iki ev, Kûfe'de bir ev ve Mısır'da bir ev bırakmıştı. Toplam mirası yaklaşık 52.000.000 (elli iki milyon) idi. Bazı rivayetlere göre; Mısır, İskenderiye, Kûfe'de arazileri, Basra'da da evleri vardı. Ayrıca Medine'deki arazilerinden de gelir sağlıyordu ( İbn Sa'd, a.g.e., III, 108 vd).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr (r.a) kimi rivayetlere göre uzun boyludur. Kimi rivayetlere göre ise orta boylu, esmer benizli, seyrek sakallıdır (el-Askalânî, a.g.e., III, 5; İbn Sa'd, a.g.e., III, 107).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Ashâbdan en çok fetva verenler yedi kişidir. Bunlar; Ömer, Ali, İbn Mes'ud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Âişe'dir. Bunlardan sonra ikinci derecede yer alan yirmi sahabeden biri de Zübeyr (r.a)'dir (el-Askalânî, a.g.e., I, 9).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr'in çocukları: Onun onbiri erkek toplam yirmi çocuğu vardı. Abdullah, Urve, Münzir, Âsım, Muhacir, Hadicetü'l-Kübra, Ümmü'l-Hasan ve Âişe, hanımı Esmâ bint Ebî Bekr'den; Halid, Amr, Habîbe, Sevde ve Hind adlı çocukları Ümmü Halid adındaki hanımından dünyaya gelmişlerdir. Ümmü Halid'in asıl adı, Emetü binti Hafid b. Saîd b. el-Âs'dır.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Diğer çocukları; Mus'ab, Hamza ve Remle, er-Rebâb binti Üneyf isimli hanımından; Übeyde ve Cafer, Zeyneb binti Mersed isimli hanımından; Zeyneb adındaki kızı, Ümmü Gülsüm binti Ukbe adlı hanımından; Hadicetü's-Suğra adındaki kızı da el-Halâl binti Kays adındaki hanımından dünyaya gelmişlerdir. O, çocuklarına şehid sahabîlerin isimlerini vermekteydi.</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr şehid edildiği zaman dört hanımı vardı. Bunlardan biri de Âtike binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'dir. Bu hanım, ilk önce Abdullah b. Ebi Bekr'le evlenmiş, onun şehid edilmesinden sonra Ömer b. el-Hattâb'la onun da şehid edilmesi üzerine Zübeyr (r.a) ile evlenmişti. Bunun için Medine halkı: "Kim şehâdet istiyorsa Âtike binti Zeyd'le evlensin" diyorlardı (İbn Sa'd a.g.e., III, 112).</b></span></p> <p><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zübeyr (r.a), cesur ve gözüpek bir müslümandı. Mekke'de, Allah için ilk defa kılıç çeken odur. Medine'ye hicret ettikten sonra da yapılan tüm savaşlara katılmış, bütün sıkıntılı zamanlarda daima Peygamber (s.a.s)'in yanında bulunmuştur. Savaşta gösterdiği üstün başarıdan ve çok iyi ok attığından Allah Rasûlü onun, Hadi at! Anam babam sana feda olsun " diyerek memnuniyetini ifade etmiştir. Yine onun hakkında; "Her peygamberin bir havarisi vardır, benim ki de Zübeyr'dir" buyurmuşlardır (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 511, 512, 513; Buharî, Fedâilü Ashâdi'n-Nebî, 13).</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/119.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7890033328128037697.post-45909080477122989202008-01-05T01:39:00.004-08:002008-01-05T01:40:11.143-08:00HZ. ZEYD B. SÂBİT (r.anh)<!-- following code added by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.geocities.com/js_source/div03.js"></script> <!-- preceding code added by server. PLEASE REMOVE --> <div align="center"><center> <table background="http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/back_flue_pen_embos.jpg" border="0" cellpadding="2" height="341" width="514"> <tbody><tr> <td height="341" width="505"><div align="center"><center><table border="1" border height="21" width="100%" style="color:#003366;"> <tbody><tr> <td align="center" bg height="18" width="514" style="color:#400080;"><p align="center"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#ffffff;"><b>HZ. ZEYD B. SÂBİT (r.anh)</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div><p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeyd b. Sâbit b. ed-Dahhâk b. Zeyd b. Levzân b. Amr b. Abdi Avf (veya Abd b. Avf) b. Ganem b. Mâlik b. en-Neccâr el-Ensârî el-Hazrecî.</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Peygamber (s.a.s.)'in ashabının ileri gelenlerinden biridir. Ensâr'dan, Hazrec kabilesinin bir kolu olan Neccâroğulları'na mensuptur. Annesi, en-Nevâr bint Mâlik b. Muâviye b. En-Neccâr'dır. Zeyd'in künyesi Ebû Hârice'dir, fakat, Ebû Saîd ve Ebû Abdi'r-Rahmân olarak da çağrılıyordu (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe, II, 278,1970; İbn Abdi'l-Berr, el-istîâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, II, 537; el-Askalânî, el-isâbe fi Temyizi's-Sahâbe, III, 22).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeyd, hicretten yaklaşık onbir yıl önce dünyaya gelmiştir. Babası Sabit, Buâs Günü öldürüldüğü vakit Zeyd, henüz altı yaşlarında bir çocuktu. Resûlullah (s.a.s), Medine'ye geldiği zaman Zeyd, hâlâ küçük sayılabilecek bir yaştaydı. Kaynaklar, O'nun bu sırada onbir yaşlarında olduğunu bildirmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.s), Bedir Savaşına katılmak isteyen birkaç genci, yaşları küçük olduğu için geri çevirmişti ki, Zeyd de bu gençler arasındaydı (İbnü'l-Esîr, a.g.e., II, 278; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 537: el-Askalânî, a.g.e., III, 22).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeyd b. Sâbit, çok akıllı, zekî ve hafızası güçlü bir sahâbî idi. O'nun bu meziyetini farkeden Peygamber (s.a.s), Zeyd'ten İbranice ve Süryanice'yi öğrenmesini istedi. Zira, Resûlullah (s.a.s)'a çeşitli yerlerden, bu dillerle yazılmış mektuplar geliyor ve bunların okunup anlaşılması, gerektiğinde cevap verilmesi icab ediyordu. Allah Resûlü, okuma yazma bilmediğinden, bunları başkalarına okutmak durumunda kalıyordu. Halbuki, mektupların içeriğini başkalarının öğrenmesini istemiyordu. Bunun üzerine Zeyd, hemen işe koyularak çok kısa bir sürede, hem İbranice hem de Süryanice okuma-yazmayı öğrendi. Bundan sonra Rasûlüllah'a gelen mektupları kendisi okuyor, cevap gerekiyorsa yazıyordu. Bu arada asıl görevi olan vahiy kâtipliğini de sürdürüyordu (İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, II, 358; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 538; İbnü'l-Esîr, a.g.e., II, 579).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Rivayete göre yaşının küçük olması nedeniyle Zeyd, Bedir ve Uhud savaşlarına katılmamıştır. Katıldığı ilk savaş Hendek savaşı olup, savaşa hazırlık kabilinden, müslümanlar Medine'nin etrafında hendek kazarlarken Zeyd, çıkan toprağı taşıma işinde yardım ediyordu. Resûlullah (s.a.s) O'nu bu durumda görünce: "Ne kadar iyi bir çocuk" diyerek takdir ifadelerini dile getirmiştir.</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>İbn Abdi'l-Berr, "el-istîâb"da zikredip, sahih kabul etmediği bir habere göre; Tebük seferinde, Benî Mâlik b. en-Neccâr'ın bayrağını Umâre b. Hazm taşıyordu. Resûlullah, bayrağı ondan alıp Zeyd b. Sâbit'e verdi. Bunun üzerine Umâre: "Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda sana herhangi birşey mi ulaştı?" diye sorunca, Resûlullah; "Hayır, lâkin Kur'ân'a öncelik vardır: Zeyd de Kur'ân'ı senden daha çok ezberlemiştir" şeklinde cevap verdi (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 537; İbnü'l-Esîr, a.g.e., II, 278).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeyd b. Sâbit, ashâbın en âlimlerinden biriydi. Sadece Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemekle kalmamış, mirasla ilgili feraiz ilmini de çok iyi öğrenmişti. Öyle ki, ashâb arasında bu ilmi O'ndan daha iyi bilen yoktu. Resûlullah (s.a.s), ashâbına: "Feraizi en iyi bilen Zeyd'dir" diyordu. İmam Şâfiî de, feraiz hususunda bu hadisle amel etmiştir (İbnü'l-Esîr, a.g.e., II, 279; el-Askalânî, a.g.e., III, 23).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Gerek Hz. Ömer, gerekse Hz. Osman, Medine'den ayrıldıkları zaman Zeyd b. Sabit'i vekil bırakırlardı. Hz. Osman, O'nu ziyade seviyordu. Zaten kendisi de Osman taraftarıydı ve bu halife devrinde beytülmâla bakmakla görevlendirilmişti. Yermük günü de ganimetleri taksim işini Zeyd üstlenmişti (İbnü'l-Esîr, a.g.e., II, 279; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 538; II, 538; el-Askalânî, a.g.e., III, 23).</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeyd'in vefat tarihi konusundaki rivayetler arasında tam bir mutabakat olmamasına rağmen, büyük bir ihtimalle h. 45 yılında vefat etmiştir ve buna göre tahminî yaşı da 54'tür.</b></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Tahoma;font-size:85%;color:#000000;"><b>Zeyd ten; İbn Ömer, Ebu Saîd, Ebu Hüreyre, Enes, Sehl b. Huneyf ve Abdullah b. Yezîd el-Hutamî gibi sahâbîler rivayette bulunmuşlardır. Tabiînden de; Saîd b. el-Müseyyeb, Kasım b. Muhammed, Süleyman b. Yesâr, Ebân b. Osman, Büsr b. Said ve Zeyd'in iki oğlu, Harice ile Süleyman ve başkaları rivayet etmişlerdir (İbnü'l-Esîr, a.g.e., II, 279; el-Askalânî, a.g.e., III, 23; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 540; İbn Sa'd a.g.e., II, 360).</b></span></p></td> </tr> </tbody></table> </center></div> <!-- text below generated by server. PLEASE REMOVE --><script language="JavaScript" src="http://us.i1.yimg.com/us.yimg.com/i/mc/mc.js"></script><script language="JavaScript" src="http://geocities.com/js_source/geov2.js"></script><script language="javascript">geovisit();</script><img src="http://visit.webhosting.yahoo.com/visit.gif?&r=http%3A//www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/118.htm&b=Netscape%205.0%20%28Windows%3B%20tr%29&s=1024x768&o=Win32&c=32&j=true&v=1.2" border="0" />KuralSizhttp://www.blogger.com/profile/11005292053638643391noreply@blogger.com0